Son günlerde siyasi gelişmelerin önemli konularından biri, 2019 Kasım'ında yapılacak olan genel parlamento seçimlerinde alınması gereken en doğru tavrın ne olacağıdır. Akp ve Mhp'nin %50'yi aşmayı garantilemek için yaptığı ittifaktan sonra 2016 Nisan'ındaki referandumda 'hayır' cephesini oluşturan muhalif kesimlerin bir kısmı 2019 seçiminin boykot edilmesini dillendirmeye başladı. Aslında tam anlamıyla boykot denmese de boykotun koşullarının oluşabileceği telaffuz ediliyor. Chp'nin önemli milletvekillerinden İlhan Cihaner ve Selin Sayek Böke, birkaç gün evvel mecliste kabul edilen yeni seçim yasasına göre hiçbir şart altında seçim güvenliğinin kalmadığını ve eğer değiştirilen bu seçim kanununu muhalifler boşa çıkartamazsa kazananı baştan belli olan bu seçime katılmanın hiçbir anlamının olmayacağını belirttiler. Akabinde CHP genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ve birkaç üst düzey CHP'li ise kazanacakları seçimi boykot etmenin mantıksızlığından dem vurdular.

Haksızlık ve hukuksuzlukların hakim olmadığı, temel sorunların çözülme sürecine girdiği, kısacası adalet ve eşitliğin sağlanacağına dair umutların yeşerdiği bir yönetimin gerçekleştirilmesi mücadelesinde, ülkede % 25 gibi bir oy potansiyelini konsolide etmiş bir partinin tavrı çok önem arz etmektedir. Ancak boykotu dillendirenlerin sadece yukarda isimlerini telaffuz ettiğimiz Chp'lilerden ibaret olmadığını düşündüğümüzde konuyla ilgili daha fazla terennüm etmek gereğini duyuyor insan.

Kendine sosyal demokrat diyen, sol söylemeleri yeri geldikçe dilinden düşürmeyen Chp'nin sadece son dönem pratiklerine baktığımızda hiç güven vermediğini görebiliyoruz.

Şöyle ki;

CHP, tabanındaki muhalefet potansiyeline rağmen merkezden üretilen politikaların sağ ve muhafazakar politikalara yedeklenmesi, dokunulmazlıkların kaldırılmasındaki tavrı, 7 Haziran sonrasında AKP ile 'hükümet kurma ' adı altında uzlaşma süreci ile toplumda derin bir güvensizlik yaratması, bu süreçte Akp'nin içine düşmüş olduğu yenilgi ortamından kurtulmasına yardımcı olarak kendini toparlamasına katkı sağlaması, hileli seçimlere ilişkin pasif tutumu, Yenikapı'da Akp'nin yanında yer alması, doğru zamanda doğru bir eylem olan ve oldukça ses getiren 'adalet' yürüyüşünün devamını benzer toplumsal eylemlerle besleyememesi... bütün bunlar Chp'nin, Akp iktidarının yürüttüğü politikalara karşı muhalif kesimlerin ilerici toplumsal dinamiklerini kapsama imkanını imkansız kılıyor.

Chp muhalifliği umut vermiyor, bu doğru. Hdp ve diğer muhalif kesimler konu hakkında en doğru tespitleri yapıyor olmalarına rağmen seçime dönük olarak güçlerinin sınırlı olduğu da ayrı bir gerçek.

Seçimin boykot edilmesi kulağa hoş gelebiliyor belki. Ancak, muhalefet güçlerinin seçimin meşruluğunu ortadan kaldıracak böyle radikal bir tavır etrafında birleşmesinin ihtimalini de düşünmek gerek. Boykotu, bazı bireysel ve grupsal manada savunmanın ne kadar marjinal kalacağını görmek için sanırım siyaset bilimci olmaya gerek yok. Bu tavrın, bu haliyle mevcut iktidarın işini ne kadar kolaylaştıracağı da ortadadır.

Bugün demokratik ve adil seçimden yana olan herkesle dirsek teması içinde olabilecek bir seçim güvenliği hareketi için birleşik bir inisiyatifin geliştirilmesine acil ihtiyaç var. Bu tür bir çalışma sadece seçim (sandık) güvenliği ile sınırlı olmayan, OHAL ile birlikte ifade ve propaganda özgürlüğünün önündeki engellere karşı çıkan bir politika bütünlüğü içinde yürütülecek ve toplumdaki umutsuzluğu kıracak bir mücadele halkası oluşturma ihtimalini gündeme getirecektir.

Bu aynı zamanda olacak bir seçim yolsuzluğuna karşı ortak bir direniş kararlılığını da geliştirecek bir çaba olacaktır.

Kısacası, OHAL ve seçim güvenliğine yönelik hareketle başlayarak ilerleyecek bu birleşik mücadele halkaları, toplumda görünen geri çekilmeyi sona erdirerek yeniden başarma duygusunu kazandırması ve sonunda içinde sıkışılan alternatifsizliğin aşılmasının adımları olacaktır.