Mart 2016’da Miami’de “banka dolandırıcılığı ve kara para aklamakla” suçlanarak tutuklanan Rıza Sarraf ile geçen ay New York’ta “İran’a yönelik ambargoyu kırma” suçundan tutuklanan Halkbank Genel Müdür Yardımcısı Mehmet Hakan Atilla’nın davaları birleştirilmiş.

New York Güney Bölge Federal Savcılığı tarafından hazırlanan yeni iddianamede Sarraf ve Atilla’nın ABD tarafından daha önce yaptırım uygulanan havayolu şirketi Mahan Air ile işbirliği içinde oldukları belirtilmiş. Tahran merkezli Mahan Air, İran Devrim Muhafızları ile El Kudüs Ordusu’nun Suriye ve Irak’a silah, mühimmat ve personel transferi gerçekleştirmekle suçlanıyor. Aynı Mahan Air’in Lübnan merkezli Hizbullah örgütüne de benzer hizmetlerde bulunduğu belirtiliyor.

Sarraf herkesin bildiği gibi 17 Aralık yolsuzluk soruşturması kapsamında “rüşvet vermek ve suç işlemek amacıyla örgüt kurmak” suçundan tutuklanmıştı ilkin. AKP’nin “bizim çocuğu” soruşturmanın kilit ismiydi.

Dosyayla ilgili medyaya sızan bilgilerde iş adamı Rıza Sarraf’ın, dört bakan (İçişleri Bakanı Muammer Güler, Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan, Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar ve Avrupa Birliği Bakanı Egemen Bağış) ile geliştirdiği ilişkiler ve rüşvet çarkı sayesinde kara para aklama, altın kaçakçılığı gibi suçları işlediği öne sürülüyordu.

Aynı soruşturma kapsamında adı geçen Bakanların çocukları, bir kamu bankası müdürü, kamu görevlileri, iş adamları dâhil 85 kişi gözaltına alınmıştı. Şüphelilerin ev ve ofislerinde yapılan aramalarda ayakkabı kutuları içinde yüklü miktarda para, para sayma makineleri bulunmuştu. Evinde 4,5 milyon dolar bulunan Halkbank’ın eski Genel Müdürü Süleyman Aslan ifadesinde bu parayı hayır için biriktirdiğini söylemişti.

Nitekim yolsuzluk soruşturmasında “rüşvet almaya ve vermeye aracılık etmek” ile suçlanan bakan çocukları ve “rüşvet vermek ve suç işlemek amacıyla örgüt kurmak” suçundan tutuklu bulunan Rıza Sarraf ve diğerleri tahliye edildi. Takipsizlik kararlarıyla bakan çocuklarının ve banka müdürünün paraları faizleriyle geri verildi.

Türkiye’deki yolsuzluk operasyonun ikinci dalgası olan 25 Aralık soruşturmasında ise savcı, dönemin başbakanının oğlu Bilal Erdoğan’ı ifadeye çağırmak için bir belge hazırlamış ancak hazırladığı belge Emniyet Müdürü Selami Altınok tarafından geri çevrilmişti. Altınok, 17 Aralık’ın hemen sonrasında görevden alınan Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın’ın yerine vekâlet etmek üzere atanmıştı görevine. Başbakanın oğlu Bilal Erdoğan böylece ifadesini soruşturma savcısının yeri değiştirildikten sonra görevlendirilen yeni savcılara verecekti.

Yolsuzluk davasında adı geçen Bakanların da her biri istifa etti. Bakanlar hakkında hazırlanan fezlekeler ancak aylar sonra Meclis’e gönderildi, haklarında ciddi iddialar olan eski bakanlar Meclis’te yapılan gizli oylamada Yüce Divan’a gitmekten kurtarıldı. Kulis bilgilerine göre Sarraf tarafından kendisine 700 bin liralık saat “hediye edilen” eski ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan, Meclis’teki oylamadan önce “Biz Yüce Divan’a gönderilirsek, AYM sadece 17 Aralık’ı değil, 25 Aralık’ı da soruşturur. Peşimizden Bilal de gelir” demişti.

Sarraf’ın ABD’de tutuklanmasını yönelik de Cumhurbaşkanı Erdoğan onun hukukunu arayacaklarını söylüyordu: “Neticede bizim vatandaşımız olduğu için, hukukunu aramak zorundayız. Adalet gerek Ekonomi Bakanlığımız’ın yaptıkları çalışmalara göre, bu kişinin bir suçu da bulunmuyor.”

Ama ayrıca 17-25 Aralık’tan sonraki süreçte yargıda ne gibi oyunlar oynandığını, adlî kurumların nasıl iğdiş edildiğini, internetin nasıl zapturapt altına alındığını, sosyal paylaşım sitelerinin kapatıldığını, yayın yasaklarıyla medyanın susturulmaya çalışıldığını, siyasî iktidarın organik yazarlarının konuyu nasıl çarpıttığını, “havuz medya”nın olup biteni sorgulamak yerine iddiaları nasıl çürütme yarışına girdiğini hep birlikte gördük.

17-25 Aralık önüne konulan engellerle yargılan(a)madı. Araya pek çok olay girdi: Bir yerel seçim, bir cumhurbaşkanlığı seçimi, iki genel seçim, “başkanlık” tartışmaları, sona erdirilen çözüm süreci, patlayan bombalar, Güneydoğu’da haritadan silinen mahalleler, barış bildirisini imzalayan akademisyenlerin suçlanmaları, medya operasyonları belli başlı olanları.

Son olarak ise 15 Temmuz “darbe girişimi” yaşandı. Ardından olağanüstü hâl ilan edildi: Binlerce savcı ve hâkim ihraç edildi, KHK’lerle her kesimde büyük mağduriyetler yaratıldı, medyaya olağanüstü baskı uygulandı, akademisyenler üniversiteden uzaklaştırıldı, eleştiren sorup sorgulayan herkes “terörist” ilan edildi. Ve önünde sonunda AKP-MHP ittifakıyla 18 maddelik anayasa önerisi halkın önüne koyuldu.

Bugün muktedir zücaciye dükkânına girmiş fil misâli ortalığı kırıp dökerek halka “partili cumhurbaşkanlığı sistemi”ni kabul ettirmeye çalışıyor. Hâlâ karanlıktaki kanlı 15 Temmuz darbe girişimi ve OHÂL’de yaşananlar ve de yolsuzluk dosyasının örtbas edilmek istenmesi nasıl unutulur ki?