Safımızı belli edelim bir kere, madem bu kupayı bir aydır soluksuz izliyoruz, madem şu canım bir ay boyunca bütün planlarımızı bu kupa üzerine yapıyoruz, madem dört yılda bir nasip olan bu futbol şölenine kupaların kupası diyoruz ve madem bu kupada finale geldik ve evet madem 1990'dan bu yana bir acının tadı var ağzımızda ve hayat böyle bir finali görmeyi bize yeniden nasip etti, o zaman önce safımızı belirlemek lazım.

86 dünya kupasını izleyip de Arjantin’i dolaysıyla Maradona'yı sevmeyen var mıdır bilmiyorum. O kısa boylu, kıvırcık saçlı çocuk önce İngiltere'yle karşımıza çıkacaktı.

Evet safımızı belli edelim dedik ve safımızı belli ederken Arjantin’i tutmaktan yana birçok nedeniniz olmakla birlikte tek başına Maradona’nın varlığı yetecekti bizlere, öyle ki Maradona’nın varlığı bütün futbol hayatınızı beraberinde hayata bakışınızı dahi şekillendirecektir. Evet onu izleyen şanslı nesildik, ve onu izledikten sonra bir daha aynı insan olmadık, olamadık.

Buenos Arires’in varoşlarında doğar Maradona. Diego’nun mahallesi ise Villa Fiorrito’dur ve bu mahallede oynayan bütün çocuklar, yer yüzünde top peşinde koşan diğer çocuklar gibi tek bir duyguyla o topun peşinde koşar. O topu iki direğin arasından geçirmek. Futbolun demokrasisi burada ortaya çıkar işte. O kısa boylu çelimsiz çocuk bu günün futbolunun okullarına düşmüş olsaydı belki kimse ona yüz vermeyecekti. Oysa o mahalleden, o çelimsiz veletten bir masal kahramanı çıkacaktı.

İlk takımı Los Cebellitos olacaktır sonra Arjantinos Juniors… Daha 15 yaşındayken siyah şort, mavi – beyaz efsane Arjantin forması ona göz kırpacaktı. 16 yaşındayken o çelimsiz haliyle abilerine çalımlar atmaya başlayacaktır. Çok çalışacaktır, ama onda olan sadece çalışmakla kazanılacak bir şey değildir.

78 dünya kupasını pas geçer Diego, adı şaibeye karışan bir şampiyonluk kazanır Arjantin, ama içinde olmaz bu kupanın. Arjantin, o tarihlerde insanların evlerinden çıktıktan sonra bir daha haber alınamadığı darbe yıllarındadır. Bu kupaya gidememenin acısınıysa “En büyük hayalim bir gün Dünya kupasında oynamak ve o kupayı kaldırmak“ diye özetleyecektir. Boş durmaz elbet, Arjantin genç milli takımıyla şampiyon olacaktır.

Hemen ardından ilk büyük transferi patlatır Boca Juniors. Burjuvazinin takım River Plate değil de göçmenlerin ve varoşların takımı Boca olması manidardır elbet. Boca’yla birlikte büyür Diego ve namı artık Arjantin’e sığmaz.

82 Dünya kupası gelir. Ne var ki, futbolda bugünkü ‘yıldızları koruma kanunu’ o yıllarda mevcut değildir. Maradona dönemin kasap futbolcularından nasibini düşe kalka fazlasıyla alacaktır. Ama çok değil dört yıl sonra 86 dünya kupasında o futbolcularla nasıl oynaması gerektiğini öğrenmiş olarak geri dönecektir. Tanrının eliydi diyerek, attığı ilk golden sonra ikinci golü altı İngiliz’i peşinden sürükleyip atacak, Falkland adalarının hesabını da görmüş olacaktır. Brezilya ve Arjantin’de yoksul mahallelerdeki çocuklar bir gün sınıf atlayabilmenin hayaliyle o topun peşinden koşar. Bunun için kocaman bir yetenek ve çok çalışmak gerekir, haliyle çok azı başarır bunu, Maradona o çocuklarda bu hayalin adıdır ve evet İngiltere’ye elle attığı o golden sonra tanrının eliydi demesi, yoksul çocukların itibarında bir sömürge devletine atılan golün haklılığının ifadesidir aslında.

Ardından yarı finalde Erig Gerets’li, Jean-Marie Pfaff’lı, Enzo Scifo'lu, Jan Ceulemans'lı Belçika'nın karşısına çıkar ki gelmiş geçmiş en yetenekli Belçika takımıdır... Maradona ve Arjantin Belçika'yı da geçer. Finalin adıysa bu gün için tanıdık Arjantin-Almanya’dır… Almanya’nın en sinir bozucu olduğu yıllardır bu arada… Arjantin 2-0 öne geçecek, ancak Almanya'nın her zamanki inatçılığı öne çıkacak maçı 2-2’ye getirecekti, ne var ki son sözü yine Maradona söyleyecektir, yardımcı rolde Valdona'dan sonra Maradona'ya Burruchaga eşlik edecektir ve Maradona'nın pasıyla şampiyonluk golünü atacaktır. Düş gerçektir artık, kupa Maradona’nın elindedir. (Bir geç ergenlikle o kupayı aldığı poster hala odamın duvarlarını süslemektedir)

Bu kupa Maradona’ya yetmeyecektir. Yetse yeteneğine kabahat olacaktır zaten. Ancak bu kupayla birlikte inişler ve çıkışları yaşayacaktır. Ve belki biz de onu en çok bunun için sevecektik aslında.

Napoli’ye gider, yer yüzünde gidebileceği birçok efsane takım varken kaybetmişlik duygusundan mı bilinmez gitmez, daha önce adı sanı duyulmamış orta sıraların bir takımını tercih eder… Ki onun gelişine kadar İtalya’da futbol Torino, Roma ve Milano’dan ibaret sayılır. Oysa kuzeyi bile tercih etmeyecek , “İtalya’nın ötekisi” Napoli’ye gidecektir. Ötekisi derken gerçekten ötekisi, mafyanın yasa dışılığın ve yoksulluğun sembolüdür Napoli ve Maradona’yı bir nevi çağırmıştır aslında bu haliyle.

Napoli’yle iki şampiyonluk bir UEFA kupası kazanacaktır. Napoli’de artık tanrıdan sonra onun adı anılacaktır, hatta belki de önce.

Futbolun endüstrisi devamlılık ister, oysa duygularıyla ve tutkularıyla ayağındaki topu sever… Onca mucizenin ardından her daim mucize beklense de ondan, artık fani dünyanın zevkleriyle tanışır, bunalımlı dönemler geçirir…

Ardından İtalya 90 dünya kupası gelir, yine bir çıkış dönemi, bu sefer yardımcı roldekiler sınırlıdır, bir Canigga vardır elde, kaderin lütfu mudur bilinmez yarı finalde İtalya Arjantin’le eşleşecektir, kaderin İtalyanlara oynadığı asıl oyunsa maçın Napoli’de oluşudur… Maradona’nın Napolilere cümlesi ise hazırdır “Ben size iki şampiyonluk verdim, peki İtalya size ne verdi?”

Maradona artık ev sahibiydi Napoli’de. Napoli’ler üvey evlatlıklarını unutmayacak, tribünlerde onları kuzeylilere karşı başı dik yürüten efsanenin arkasında saf tutacaklardı.

Arjantin finaldeydi, final ise bir rövanş niteliği taşıyordu, yine Almanya, bu sefer olmayacaktı, hepimiz bu kısa boylu adamın ezilenlerin huzurunda bir kez daha mucize yaratmasını bekleyecektik ancak bu sefer futbolun egemenlerine sökmeyecekti gücü. Tartışmalı bir penaltı, havada uçuşan kırmızı kartlar… Futbolun egemenleri Arjantin’den yana olmayacaktı o gün… Ve Maradona’nın göz yaşlarına şahit olacaktık o gün, Maradona’yla birlikte herkes ağlayacaktı o gün, Almanya’nın şampiyonluğu değil, Maradona’nın çaresiz gözyaşları vardı o gün.

Artık iki fotoğraf yan yanaydı, 86’da bir masal kahramanının hikayesi, 90’lardaysa o masal kahramanın göz yaşları… Ancak Maradona bunun için güzeldi, inişleriyle çıkışlarıyla hepimize benziyordu hikayesi, belki de onun için vücut buluyorduk onun ruhunda, gözyaşlarında.

94 dünya kupası geldiğinde Maradona için artık çöküş vaktidir, çalkantılı bir 4 yıl, futbola ara verilen bir dönem, yeniden toparlanış, sakatlıklar derken kupa gelir çatar Maradona sadece bu kupa için özel olarak hazırlanır bir nevi şanlı bir veda ister, ne var ki bu sefer de dopingli çıkar. Ve kupadan ihraç edilir. Oysa onun vedasında onu izleyecek milyarlara karşı bir saygının kaygısıdır o doping. Sadece para diyen futbolun muktedirlerineyse anlatmak güçtür bunu. Son bir dünya kupasını nasip etmemişlerdir ona… Onun kupadan ihracı Bangladeş’e kadar infial yaratacak, binlerce insanı sokaklara dökecektir.

Sonrasıysa artık bir pişmanlığın hikayesidir. Uyuşturucuya bulaşır, kilo alır, ölümün eşiğine gelirken Fidel onu Küba’nın doktorlarına emanet eder, adeta direkten döner ve hayata tekrar tutunur. İyileştikten sonra ise vefasını esirgemez ondan, Yüzyılın futbolcusu ödülünü alırken onu Fidel’le ve kolunda ki dövmenin sahibine, dünyanın en ünlü Arjantinlisine Che Guevera’ya adar.

Bir jübileyi esirgemez bizden ve 10 numaralı forma artık onunla anılır. Bu tarihten sonra artık muhalif kimliğiyle öne çıkar. Maradona Küba’ya ayak bastığında Fidel’in “Che’den sonra bir başka Arjantinli yanımızda” demesi boşuna değildir. Artık kolunda Che dövmesi vardır, üzerinde “Stop Bush” yazılı tişörtler giyecektir, Japonya kokain kullandığı için ülkeye giriş izni vermediğinde “En azından Amerika gibi binlerce insan öldürmüyorum diyerek” Japonya devletine laf sokacaktır. Papa’ya Tanrı’ya gerçekten inanıyorsa Vatikan’daki altınları bozdurup fakirlere dağıtması nasihatında bulunacak, FIFA için “dinazorlar çetesi” demekten geri durmayacaktır.

Futbol tarihinin tartışmasız en büyük futbolcusudur Maradona, yalnız yeteneğiyle değil, takım elbiseli, reklam yıldızı günümüzün uslu futbolcularına inat her daim asi bir ruhu içinde barındırdığı için büyüktür. Endüstriyel futbolun çarklarında, ezilenlerin zaferidir o…

Evet bütün bunlar, Pazar günkü finalde Arjantin’i tutmak için, tek başına Maradona özelinde kafidir. Onun içindir Dünya kupalarında bir yanımız iflah olmayacasına hep Arjantinlidir…!

Bir arkadaşımın dediği gibi ‘Messi bir gol atsa kupayı almış sayıcaz onun ruhunda…!’