Türk Edebiyatında Osmanlı Polisiyesi aslında yabana atılmayacak kadar fazla. Bildiğim kadar bu türde yazılmış 950 adet Osmanlı dilinde yazılmış eser var. Bunlardan büyük bir kısmının çevirisi yapılmış. Bir kısmı da hala çevrilmeyi bekliyor.

Ahmet Mithat Efendi, Peyami Safa, Hüseyin Nadir gibi yazarların dışında mahlas kullanarak yazmış kim olduğu belli olmayan birçok yazarın eseri bulunmakta arşivlerde.

Bu bilgileri öğrendiğimde ben şaşırmıştım çünkü bizim edebiyatımızda polisiye romanın yeterince gelişmediğini düşünüyorum. Osmanlıda yazılmış polisiye eserler olma ihtimaline hiç kafa yormamıştım. Oysa Cingöz Recai dediğim de herkesin kafasında bir şeyler canlanır.

Oysa halis edebiyatta modernleşme arası olarak görülüyormuş cinayet, suç, karanlık yan.

Osman Polisiyelerinde hikayelerin geneline bakıp tarzları incelendiğinde akıl değil sezgi ön plana çıkıyormuş. Suçluların cezasını her zaman kanunlar değil suçlular kendi cezalarını kendileri de buluyor. Mekan problemi yok. Kapalı mekan muamması yok. Kitapların çoğunda ağırlı olarak suç hırsızlıktan ibaret. Zenginler hırsız, fakirler yardımcı, yabancıla soyulabilir asla öldürülmezler. Vakalar çözülürken herhangi bir araç kullanılmıyor. Akıl yürütülmüyor genelde tesadüf sonucu ya da rastlantıyla çözülüyor olaylar. Bugüne kadar çevrilmiş eserlerde intihar vakasına rastlanmıyor.

Yervand Odyan 1911 Abdülhamit ve Sherlock Holmes romanını yazmış. Ünlü dedektif Osmanlıya gelmiş olayı çözemeden hezimete uğrayıp ülkesine geri dönmüştür.

1920’lerden sonra ulus kavramı öne çıkmış, İttihat ve Terakki Türk köylü kavramının anlamı değişmiş, yer altı ile yer üstünde yaşayan insanların çizgisi kalın hatlarla belirlenmiş hikayeler yazılmıştır.

Osmanlı edebiyatının yansımasını Türk Sinemasında ve dizilerinde fazlasıyla görürken henüz yeterinde Osmanlı Polisiyesi ekrana yansımış değil. Polisiye edebiyatının gelişimini ve yansımalarını tartışmak niyetine değilim sadece Filinta dizine giriş yapmak için yol arıyorum. Uzun zamandır yapımcılar dönem polisiyesi arayışındaydı sonunda Trt1 de Filinta ile gayet güzel bir başlangıç yapıldı.

Bu sezon keyifle geçmiş dönem hikayelerinin modern akla uygun hallerini seyrettik. Dünyanın sayılı yapım şirketlerinin çalışma talebinde bulunduğu yüksek standartlarda kurulmuş geniş bir platoda çekimleri yapılan dizinin sahiciliği sadece mekanla sınırlı değildi. Hikayelerinin akıcılığı, dönemin gerçeklerine sadık kalınması, iyi bir araştırma yapıldığını işlerini ciddiye aldıkları zaman, tek seferde ilk olanı başarabildiklerini gösterdi bize.

Sezon finalinde gördük ki gelecek sezon yeni hikayelerle ilerleyecek dizi. Kahramanlarımız başka görevlere atadı. Bazıları öldü.

Osmanlı Polisiyesinde görülmeyen ancak batı edebiyatında sıklıkla işlenen cemiyet kavramı bu hikayede yer bulmuş. Hatta temel taşlarından bir tanesi. Boris Zaharyas mensubu olduğu cemiyetin üyesi olarak amaçları uğruna kızını feda etmek zorunda kaldı. Bundan pek hoşnut olmadı.

 Kızı gerçekten öldü mü gelecek sezon göreceğiz.

Fotoğrafçı Abdullah, karakolun bombalanacağını öğrenince arkadaşlarına haber vermek için koştu ama yetişemedi, büyük ihtimal Kadı Gıyasettin, beni çağırmışsınız diye, gelince hızlı düşünüp bir anormallik olduğunu düşünüp karakolu terk etmiştir diye düşünüyorum. Kahramanlar ölmez değil mi?

Fotoğrafçı Abdullah rolünü üstlenen Kamil Güler ile röportaj yaptım ona bunu sorsaydım söylemezdi herhalde o yüzden sormadım, biz de başka şeylerden konuştuk.

Güzel günlerde görüşelim.