Barış isteyen akademisyenlere yönelik cadı avı bitmek bilmiyor... Cadı avı, IŞİD'in Sultanahmet katliamı sonrasında Erdoğan'ın yaptığı, açıkça akademisyenlere yönelik hakaret suçu içeren vahim konuşma ile başlamıştı. Erdoğan, adeta bu vahşi IŞİD saldırısını ve bu saldırıyı mümkün kılan yanlış politikaların sorumluluğunu unutturmak istercesine, saldırıya sadece 44 saniye ayırıp, barış isteyen akademisyenlere 10 dakika hakaret etmiş ve akademisyenlere yönelik cadı avını başlatmıştı. Türkiye tarihinin gördüğü en sert aydın ve entelektüel düşmanlığı içeren konuşmalardan biriydi bu ve tarihe bir utanç vesikası olarak geçti.

Unutmayalım ki, Almanya'da Nazi propagandasının önemli temalarından biri entelektüel düşmanlığıydı. Vahşi bir terör saldırısı sonrası, esas olarak bu saldırıyı yapan IŞİD'i değil de, barış taleplerini dile getiren ve ifade özgürlüğünü kullanan, vicdanlı akademisyenleri suçlamak kendi siyasi sorumluluğu ile yüzleşmekten kaçınmaktan başka bir şey değildi. Nitekim, Erdoğan'ın hedef saptırması başarıya ulaşmış, IŞİD saldırısı ve güvenlik zafiyetleri gündemden düşmüştü. 

CADI AVI HALA SÜRÜYOR

Erdoğan'ın sözlerini emir telakki eden “yetkili” merciler, akademisyenlere yönelik cadı avını hemen hızla başlattılar. Haksız gözaltılar, tutuklamalar, adli, idari soruşturmalar ve işten çıkarmalarla ilerleyen bu cadı avı maalesef hala sürüyor. 12-13 Temmuz'da Mersin Üniversitesi'nden imzacı akademisyenler, sadece düşünce ve ifade özgürlüklerini kullandıkları için akıl almaz gerekçelerle yargılanıyor. Yine, 20 Temmuz'da YÖK Yüksek Disiplin Kurulu'nda, 25 meslektaşımızın “kamu görevinden çıkarılmasına” ilişkin talepler görüşülecek. Çok iyi biliyoruz ki bu yargılamalara ve disiplin soruşturmalarına maruz kalan meslektaşlarımızın tek suçu barış istemek. Ben de bu meslektaşlarımızla aynı suçu işledim ve sonuna kadar onların yanındayım...

BU ENERJİ KEŞKE IŞİD BARBARLARI İLE MÜCADELEYE YÖNLENDİRİLEBİLSE

Barış imzacısı akademisyenlere yönelik adli soruşturmalar da devam ediyor. İnsan düşünmeden edemiyor; savcılar, elinde kaleminden başka silahı olmayan, tek suçları barış istemek olan yüzlerce bilim insanını soruşturmaya harcanan gereksiz enerjiyi, keşke IŞİD barbarları ile mücadeleye yönlendirebilseydi. Kim bilir, belki de havalimanı katliamı gibi korkunç olaylar önlenebilirdi. Ülke IŞİD'li katillerin saldırısı altındayken, devlet, barış isteyen akademisyenlerle uğraşıyorsa, bunun kabul edilebilir bir tarafı yoktur.

ORTAK OLMAK İSTEMEYECEĞİMİZ SUÇLAR DAHA DA ARTTI

Erdoğan da, savcılar da, YÖK de, barış istemenin suç olmadığını kabul etmek zorunda... İrfanı hür, vicdanı hür bir bilim insanı olarak, vicdanımın sesine kulak vererek binlerce değerli bilim insanı ile birlikte “Bu suça ortak olmayacağız” dedim ve barış istedim... Barış istemek suç ise, bu suçu işlemeye devam edeceğim. Geçen zaman ne kadar haklı olduğumuzu ortaya çıkardı.

Maalesef, bu süreçte ortak olmak istemeyeceğim suçlar, daha da arttı. Bağımsız insan hakları kuruluşları, hiçbir hukuki temeli olmayan sokağa çıkma yasakları süresince, 80'i çocuk olmak üzere, 400 sivilin hayatını kaybettiğini söylüyor. Bunu dile getirmek, bunun sorumlularının açığa çıkarılmasını ve cezalandırılmasını istemek insanlık görevidir. 45 gündür DBP yöneticisi Hurşit Külter'den haber alınamıyor, ailesi ve kamuoyu gözaltında kayıp endişesi yaşıyor. Bunu dile getirmek, gözaltında kayıplara hayır demek insanlık görevidir.

Yine bağımsız insan hakları kuruluşları, 400.000 civarında insanın göç etmek zorunda kaldığını belirtiyor. Evlerini terk etmek zorunda kalan insanlar, eğitimlerine ara vermek zorunda kalan çocuklar, evleri yakılıp yıkılan insanlar... İnsan hakları örgütleri 90'lara dönülmesinden endişe duyuyor. Böylesi bir ortamda, bir kez daha “Bu suça ortak olmayacağız” demenin ne kadar önemli olduğu ortaya çıkıyor.

“TÜRKİYE'NİN LİDERLERİNE SÖYLEYİN, KÜRTLERİ ÖLDÜRMEKTEN VAZGEÇSİNLER”

Muhammed Ali'nin cenazesinde konuşan haham Lerner, Vietnam savaşına karşı çıkmış, Filistin'in yanında durmuş, şiddet karşıtlığı üzerine çalışmaları ile tanınan, her tür şiddet ve teröre karşı bir pasifist. Gerçek bir şiddetsizlik yanlısı olarak, Zizek'in deyimiyle “terörlerin en tehlikelisi olan Devlet terörüne” de karşı olan Lerner, İsrail'in devlet terörünü de sert eleştiren bir yazar. Bu yüzden İsrail'in ırkçıları tarafından “terör propagandası” yapmakla suçlanıyor. İşte Muhammed Ali ile Vietnam savaşına karşı çıkmış bu Lerner de, “Türkiye'nin liderlerine söyleyin, Kürtleri öldürmekten vazgeçsinler” demişti Muhammed Ali'nin cenazesinde...