Bu sene, anneler günüm bereketli geçti. Bir sürü hediye aldım. İnsan bir kere doğurunca tüm çocukların annesi gibi hissediyor kendini. Benim de annelik hormonlarımı fazlasıyla çalıştıran insanlar var etrafımda. Onlarla mutlu mesut zamanlar geçirdim bu günlerde.

Bunlar biriydi dün akşam.

Bir kadın hikayesi olan “Antabus” adlı oyuna davetliydim.

Hüzünlü bir kadın hikayesiydi, Nihal Yalçın’ın sahnede bize “Leyla Taşçı” olarak anlattığı öykü. Anlattı dediğime bakmayın Nihal Yalçın sanki kendini sahnenin kulisinde bırakmış, Leyla Taşçı olmuştu sahnede.

Oyunu seyrederken, (ki 90 dakikalık tek perde bir oyundu ve insanın doğasında dikkat sınırı 20 dakikadır genelde), hiç anlamadım zamanın nasıl geçtiğini. Hoş sohbet, nüktedan, bir o kadar acılı can dostumla sohbet ediyormuşum gibi geçti zaman.

Kahkahalarla gülerken birden yüzüm düştü. Hiç tanımadığım bir insanı iyi anlamanın şaşkınlığını yaşadım arada.

Şiddet sadece fiziksel değildir. Hepimizin hayatının birçok diliminde, duygusal şiddete maruz kalırız. Üstelik bunun sebebi sadece cinsiyetimizdir.

Kalabalık bir metroda adamın teki, siz şöyle geçin der mesela. Üzerinizdeki kıyafet ile yabancı adamların arasında o yakın mesafede olmanızdan rahatsızlık duyacağınızı düşünüp, aklındakilere set çeker yabancı adam ve sizi korumaya alır. Lütuftur yaptığı ona göre, size cinsiyet ayrımı yaptığını fark etmez bile. Aklına gelenlerin suçlusu sizsinizdir.

Leyla Taşçı ailesiyle köyünden çıkıp, oradan daha beter bir mahalleye taşındığında, penceresinden gördüğü manzara sadece inşaatlardır.

Ona, yakın tanıdıklarının konfeksiyon atölyesinde iş bulduklarında sevinir. En azından dışarı çıkacaktır artık.

Atölyenin sahibi ile yalnız kaldıklarında adam ona tecavüz eder. Sonra, bakire olduğunu anlayınca telaşlanır. Bu sefer ailesine atar suçu. Bakire kızlarını böyle adamların arasına göndermekle suçlu olan Leyla’nın anne babasıdır. Adam kalkıp giderken bir de gözdağı verir, “aklını başına topla” der.

Ömer’e aşıktır Leyla. Onu gördüğünde “işte” der, “gördüğüm en güzel İstanbul manzarası”.

Leyla tecavüze uğradığını, ailesine, sevgilisine anlatmaktan korkar. Onun yüzünden başlarının belaya girmesini istemez.

Ama ailesi öğrenince patronundan kan parası, kocasından da iş kurmak için para alırlar. Satarlar kızlarını ve her gün dayak yemesine göz yumarlar. Dayak hayatın gelir geçerlerinden biridir onlar için, evdeki anlaşma şekillerinden biri.

Leyla bize dönüp dedi ki, ben anlamıyorum bu kadınlar neden tecavüzü bu kadar abartıyorlar. Ben her gece tecavüze uğruyorum. Hem siz hiç gördünüz mü kocası tarafından tecavüze uğradı, diye bir kadın hikayesini üçüncü sayfalarda. Oysa kadınlara bazen tecavüz eder kocalar. Her gün etmeseler de bir gün de olsa eder.

Tecavüzle doğan çocuklarını, kocasının dayağından korumak için mücadele vermeye başlar Leyla bir süre sonra, ama dayak hayatlarının o kadar içindedir ki kızı büyüdükçe fark etmeden bazen kızıyla o da dayakla iletişim kurar. Çocuklarının, ondan tıpkı kendi ailesinden nefret ettiği gibi nefret ettiğini düşünüp zamanla bunalıma girer.

Annesine kızgındır, bir kere bile onu babasının dayağından çekip almamıştır. Tecavüze uğradığında tepki vermemiştir. Annemi sevmiyorum dedi bize, hastalansa bakarım ama ölse üzülmem.

Her türlü ruh halini hissettirdi bize dün akşam Nihal Yalçın. “Eyvah depresyona girdi” dedik oturduğumuz yerde, üzüldük onun için. Gitti kendine uyku ilacı aldı, çocuğunun bakımını kızına bıraktı. Kocasına da içkiyi bırakması için Antabus aldı.

Kocasını kurtarmaya çalıştı, Antabus ilacını her gece yemeğine gizlice katarak. İçmezse çocuklarını dövmez, diye düşündü. Ama kocası ilaca rağmen içkisini de içti, evdekileri de dövmeye devam etti. Bu sefer ağlayarak.

Akşam her şey çok tanıdıktı.

Bugünler sadece “Zuhal Özden” olmaya taktım kafayı mesela ben. Kocama oğluma öyle hayıflanıyorum, Janberd’in annesi, Mahmut’un karısı, Sami’nin kızı olmak istemiyorum, diyorum.

Kocam “ne oldu, özden oldun gözden mi düştün” diye dalgasını bile geçti.

Oğlum, “hım anlıyorum” dedi, "kız arkadaşım da bu yüzden beni terk etti, şimdi Dünya’yı geziyor".

Ben hala evde dolanıyorum gerçi, bir sürü kimlikle.

Leyla Taşçı da öyle diyor: “Ben, Remzi’nin karısı değil, babamın kızı değil, dümdüz Leyla olmak istiyorum. Leyla ile Mecnun’daki Leyla da değil, dümdüz Leyla”.

Nihal Yalçın ya da Leyla Taşçı bu tanıdık duyguları sadece yaşayıp geçmemize izin vermedi. Seyirci kaldığımız bu kadın hikayesinde, bizim yerimizi de hatırlattı.

Şahitlik sınırımızı sorguladı. “Hanginiz” dedi, “komşunuzun şiddet olayına şahit olup ona tanıklık etmek üzere yanında durdunuz”.

Hikayesine bir son biçtiğinde, ki balkondan çocuğunu atıp ardından hamile haliyle kendi de atlamıştı, hepimizin yüzü asıldı.

Alayla baktı suratımıza, “beğenmediniz mi bu sonu?” dedi, “peki” dedi, devam etti öyküsüne. Bu sefer kocasını öldürdü. Sahneden ayrılırken dedi ki: “şimdi üçüncü sayfayı çevirebilirsiniz”.

“Haydi dağılın”, dedi yani.

“ŞURAMA TAKILANLARI İNDİRMEM LAZIM”

Oyunun çıkışında hiç kimsenin yüzüne bakmadan doğru dışarı çıktım. Bir sigara yakıp zihnimdeki sesleri dumanlamak istedim. Arkadaşlarım geldi peşimden, onlarla oyun hakkında konuşurken iki kadın daha geldi çekinerek yanımıza. “Bir sigara alabilir miyiz?” dediler. Boğazını gösterdi bir tanesi, şurama takılanları indirmem lazım. Hep birlikte sigara içtik. Bir tanesi New York’tan dört günlüğüne gelmiş İstanbul’a, oyun için biletini oradayken almış. Biz hüzün karışık gülüşüyorduk ki Moda Sahnesi’nin kapısında Nihal Yalçın göründü. Onu tebrik ettik, bu sahici öykünün oyununda gösterdiği performans için.

Benim gördüğüm en güzel tek kişilik performanstı, dün akşamki oyunda Nihal Yalçın’ın sergilediği.

Toplumda kadın olmanın gerçeğini, sahiden de bir tokat gibi vuruyor bu muhteşem oyunda sanatçı, sahneden ayrılırken de elini şöyle bir bize doğru salladı zaten, “haydi kapatın sayfayı” derken.

SEYREDİLECEKLERE EKLEYİN

“Antabus” adlı bu güzel oyunu sergileyen “Tatbikat Sahnesi” tiyatro grubu, Erdal Beşikçioğlu’nun sanat yönetmenliğinde önce Ankara’da başlamış çalışmalarına, 2014 yılında ise İstanbul’da sahnesini açarak devam etmiş.

Seray Şahiner’in aynı adlı romanından uyarlanmış oyunun, yönetmeni İlham Yazar.

Oyunun müziklerini ise Ali Erel gerçekleştirmiş.

Tiyatro sahneleri sezonu kapıyor ama seneye seyredilecek oyun listenize eklemenizi tavsiye ederim.

Güzel günlerde görüşelim, iyiliklere vesile olsun görüşmelerimiz.