Yüksel Aksu’nun son filmi "İftarlık Gazoz" 29 Ocak’ta gösterime girdi. Kişisel olarak gösterime giren filmleri hemen izlemeyi tercih etmem, çünkü iyi izleyicilerin ehli keyif davranıp daha ağır davrandığına inanırım hep.

Bu düşüncelerle filmi izlemeyi ağırdan alırken yakın zamanda filmin gösterimden kaldırılacağını duyunca alelacele gidip filmi izledim. Geç vakitteki bir gösterim olduğu için küçücük olan salon dolmamıştı.

Film için yaş sınırlaması 7’ye çekildiğinden çocukların patlamış mısır kokulu fısıltıları arasında koltuğuma yaslanıp filmi izlemeye koyuldum.

Filmin fragmanından yola çıkarak usta-çırak ilişkisini anlatacak bir film beklerken cezaevi görüntüleriyle ilk sahne başladı. Filme devrimcilerin ağır bedeller ödediği yaşanmışlıklarından biri olan ölüm oruçlarıyla başlanmış olması beni şaşırttı. Yönetmenin konuyu nasıl ele alacağı, beyaz perdeye nasıl yansıtacağı sorusu merakımı daha da arttırdı. Çünkü son yıllarda çekilen filmlerde toplumsal belleğimizde derin yaralar açan bu olay dekoratif bir öğe gibi ele alınıp sorunun gerçekliğine değinilmemişti.

Daha sonra kameranın cezaevinden sistemin başka bir cezaevi olarak tanımlayabileceğimiz tek tip siyah üniformalar içinde varlığını sürdüren okul görüntülerine kaymasıyla Adem’in asıl hikayesine geçilmiş oldu. Cezaevinden toplumsal hizaya getirmenin başka bir mekânı olan “açık cezaevine” yani mektebe geçiş Kemalist tekleştirmenin film içinde önemli göstergelerinden biri olmuş.

Film; yaz tatilinde Adem’in, gazozcu Cibar Usta’ın yanında çalışmasıyla başlayıp, usta-çırak ilişkisinin aile ilişkisine dönüştüğü, ustanın ”buba yarısı” sayıldığı günlere selam gönderiyor. Çocuksu aşk beklentisinin etrafında oruç tutma üzerinden gelişerek Hasan’nın tütün tarlasında vurulduğu sahneye kadar düşük ritimde ilerliyor akış.

Çocuk oyunculardan Adem, senaryoya uygun bir seçim olmuş bence. Ayrıca Cem Yılmaz, Cibar Usta rolünde bildik tiplemelerinden uzaklaşarak adeta kendini bu rol için yeniden formatlamış, bambaşka biri olarak çıkmış karşımıza. Çocuk oyuncu Berat Efe Parlar da (Adem) filmin olay örgüsündeki ağırlığına denk bir oyunculuk sergileyerek verilmek istenen mesajın izleyicide yarattığı derin patlamayı yoğunlaştırmış.

Macit Koper’in imam rolü konusunda farklı çevrelerden farklı eleştiriler gelebilir. Çünkü kimisine göre yerelde o yıllarda dinci gericiliğin bu kadar saf olmadığına kimisi de imamın tutum ve davranışlarına bakıp İslam’la alay edildiğini söyleyerek karşı tutum alabilir. Şu gerçek ki Macit Koper rolünün hakkını vererek farklı çevreler üzerinde yarattığı gerçeklik etkisiyle kurguda üstlendiği rolü yerine getirmiş.

Üzerinde asıl durulması gereken ODTÜ’lü Hasan karakterini canlandıran Yılmaz Bayraktar’ın vurulma anına kadar filmi sürükleyen toprak ağasının, işçi yanlısı Dev Genç’li oğludur. Adem’in kişiliğinin şekillenmesinde rol oynayacak olan vurulmasındaki üstlendiğini sandığı rolün etrafında filmin ritmi artarak devam etmiş. Sınıf bilinci oluşturmak için tütün tarlasında ırgatlarla girdiği diyaloglar sınıfın gerçekliğini traji komik bir şekilde perdeye yansıtmış.

Hasan’ı vurmak için Ankara’dan yola çıkarak yolda gazoz satan çocuğa rastlayan faşistlerin eylemi gerçekleştirme biçimi Tanzimat romancılarının tesadüflerine benzeyen bir kurguya benzese de filmin olay akışında önemli bir kırılma anını oluşturarak kahramanın sonraki davranışlarını belirleyen bir etken olmuş.

Ayrıca yine yerelde olayların geçtiği dönemde fraksiyon ayrılıklarının başladığını, gruplaşmaların Halkevi’ndeki Hasan’ın başını çektiği gruba indirgenemeyecek kadar geniş bir yelpazeye yayıldığını biliyoruz. Filmin olay akışında bu tekçi yaklaşım dönemi biraz karikatürize ederek ifade etme sonucunu doğurmuş. Dönem filmi olduğu için bu durum kurguda bir eksiklik duygusu olarak seyirciye yansımakta.

Sahnelerin kalabalık kadroyla çekilmesi, mekân olarak Muğla’nın doğal güzelliklerinin kullanılması adeta görsel bir şölen oluşturmuş izleyici için. Görüntülerin kalitesi izleyicilere sırf bunun için bile bu filme gidilir dedirtecek cinsten. Görüntü yönetmeni Mırsat HEROVIC’in başarısı filme zenginlik katmış. Bu zenginliğe, tütün tarlasında ırgatların ellerinde lambalarla müzik eşliğinde görsel bir şölene dönüştürdükleri çalışma sahnesini örnek gösterebiliriz. Sahnelerde görüntü ve müzik uyumuna değinmeden de geçemeyeceğim. Seçilen müzikler olay akışının ritmine uygun ve sürükleyici.

Burada görüntü konusunda eleştiri yöneltebileceğimiz tek şey, filmin dönem filmi olmasının getirdiği sıkıntılar yüzünden dışsal mekânın aynılaşması olmuş. Yani mekân olarak kullanılacak alanlar dar bir alana sıkıştığından filmde oyuncuların hareket alanı sınırlanmış gibi. Dar bir alanda kentsel mekân ve iç mekân kullanımı var. Kırsal alandaki çekimlerin dışındaki kentsel mekânlarda yönetmenin olanaklar yüzünden zorlandığı ortada.

Sonuç olarak Yüksel Aksu yerelden evrensele uzanan bir filmin nasıl yapılması gerektiğinin en güzel örneğini vermiş İftarlık Gazoz’da. Aynı coğrafyada pamuk tarlalarında sıcağın altında susuzluğu yaşamış biri olarak kendimi olay akışı içinde bulmam zor olmadı. Yanımdaki seyircilerden özellikle erkek olanın finalde hıçkırıklarını duyunca filmin evrensel düzlemde de vermek istediği mesajı alıcıya ilettiğine şahit oldum.

Yüksel Aksu, hem doğduğu kentin beşeri zenginliğini hem de doğal güzelliklerini görsel bir destana dönüştürerek enfes bir final görüntüsüyle filmini sonlandırmış.