O gece yaşananlar için her zaman yeni bir şeyler söylenecek. Gözümüzle izleyip de tanığı olduğumuz şeylerin yanı sıra belki de o gece için hayatlarımız boyunca bilmediğimiz/bilemeyeceğimiz şeyler de olacaktır. Zira “devlet sır”larının erişilir olması biz yurttaşlar için hiç de mümkün değildir. Ancak o geceyi ekranları ya da sokaklardan doğru izleyen her kesin aklında/hafızasında kimi şeyler/kareler kazındı. Benim de Boğaz Köprüsü’ndeki o görüntüler kazındı. 

Vicdani retçiler olarak uzun yıllardır Türkiye’deki militer sisteme dair eleştirilerimizi yapar, sözümüzü söyleriz. Militer sistem eleştirisi yaparken en temelde iki şey söylüyorduk. Birincisi; sistem toplumuayrıştırıp birbirinden kopararak ötekileştiriyor. Daha sonra da bu ötekilerin birbirlerine dokunmaması, en azından anlamak ve da yan yana durmak için aralarına özenle kin, nefret ve öfke tohumları saçıyordu. Toplum içindeki bu ayrışmaları sağladıktan sonra da büyük parçayı arkasına alarak toplumu yönetiyordu. 

Bu “büyük parça” Türkiye’de her zaman Türk ve Sünniler oldu. Bütün hükümetler/iktidar aygıtları, TSK büyük bir itina ile bunların yüreklerine kin ve öfkeyi okullardaki eğitim sistemi, camilerdeki hutbeler, sosyal hayattaki etkileşim, iş hayatlarında iyice yerleştirdiler. Devleti, devlet düşmanları olan “ötekiler”-Kürtler, Aleviler, Ermeniler, Sosyalistler-den korumak için her zaman yüreklerinde iman, omuzlarında bayraklar ve ellerinde baltaları ile hazır bulunmalarını istediler. İstedikleri anda -6-7 Eylül Olayları, Maraş-Sivas Katliamları, Madımak katliamı, Gazi Katliamı- sokaklara inecekler ve devletin saadeti için ne gerekiyorsa yapacaklar. Bunu bu “büyük parça” her zaman itina ile gerçekleştirdi. Bütün bu yaşananlar militer bir toplumun nasıl bir şey olduğunu çok açık gösteriyordu.

İkincisi de, zorunlu askerliğin bir angarya olduğunu, kişi hak ve özgürlüklerinin gaspı olduğunu, zorunlu askerliğin devlet eliyle yürütülen bir zulüm ve zamana yayılmış işkence olduğunu söylüyorduk. Bütün bunları söylediğimiz için “Halkı askerlikten soğutma”, “devletin ve milletin arasına nifak sokmak”, “Halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik”, “halk arasında korku ve panik yaratmak”, “halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri alenen aşağılama" ve “suçu ve suçluyu övmek” övmek gibi gerekçeler ile hakkımızda davlar açılırdı. 

Bizlerin militarizm, militer toplum eleştirileri ile neler söylemek istediğimizi 15 Temmuz gecesi milyonlar yaşadı ve gördü. 20’li yaşlarında zorla alıkonulup kışlalara kapatılan gençlere komutanları emirler verdiler, karşı gelemezler, askeri eğitimlerde “komutan ne söylerse söylesin her zaman itiraz etmeden kabul edeceksin” diye öğretildi. Onlar da emirlerin gereğini yerine getirmek için sokaklara çıktılar. Öte yandan devlet o “büyük parça” ya seslendi; “meydanlara çıkın!”. İki emir de uygulandı. Askerler kışlalarında, muktedir vatandaşlar da evlerinde çıktılar. Meydanlarda, havaalanlarında ve köprülerde buluştular. İki kesim açısında da "MEVZUBAHİS OLAN VATAN İSE, GERİSİ TEFERRUAT”tı. Devletin bekası söz konusuydu. 

Ölenler, yaralananlar, linç edilenler, köprülerden atılanlar, bir kez daha şahlanan ırkçılık. Şimdi bütün bu cinnet halini bizlere bir “kahramanlık hikâyesi” olarak anlatıyorlar. Bizlerin bildiği “devlet en soğukkanlı canavar” olduğu gerçeğinin bir başka tezahürüydü 15 Temmuz. Onun için sürekli kurbanlara ihtiyacı vardı, onun için kendisini şiddet ve militarizm ekseninde yeniden kurmak için kahramanlık hikâyelerine ihtiyacı vardı. 

Bizler bu ırkçı, militer sistemin ne kurbanları ne de kahramanları olmayacağız. Bütün kimliklerin, inançların, emeğin bir arada eşit ve özgür yaşayacağı bir ülke ancak militarizmin geriletilmesi ile mümkündür. Onun için bir kez daha; “ölmeyeceğiz, öldürmeyeceğiz, kimsenin askeri olmayacağız” diyoruz. Savaş karşıtı anti-militarist vicdani retçiler olarak sadece kendimiz/vicdani retçiler için değil toplumun bütün kesimleri için zorunlu askerlik angaryası bitsin diyoruz. Kutsal olan sadece ve sadece bütün varlıkları ile birlikte insan/doğal hayatın kendisidir gerisi teferruattır. 

Ercan Jan Aktaş