Göç bir kez vuku bulduysa geri dönüşü imkansızdır. Artık real göçe kurgusal olanda eklenir. Göç hayaller içerisinde aynı anda hayal ile gerçeklik arası devam eder. Göç şehirlerarası, ülkeler arası iken sonrasında ölüm ile yaşam arası olur. Göç diller ve duygular arası, kimlikler arası bir yıkım ve inşa olur.

Uluslararası Af Örgütü, Haziran 2016 tarihli basın açıklamasında Türkiye’de 3 milyonun üzerinde mülteci bulunduğunu belirtmiş ve Türkiye’nin mültecilere yeterli koruma ve ekonomik destek sağlayamadığını ve mültecilerin sadece 10%’nun kamplara yerleştirildiği geri kalan 2, 5 milyonun ise kendi imkanları/ imkansızlıklarıyla baş başa bırakıldığını camilerde, metro duraklarında, parklarda, köprü altlarında kalan mültecilerle örneklendirmişti. Tüm bunlardan ötürü Türkiye’nin mülteciler için güvenli bir ülke olmadığını vurgulayarak, Avrupa’dan, Türkiye’ye mültecilerin sınır dışı edilmelerinin derhal durdurulmasını talep etmişti(1).
 
Bugün, Avrupa devletleri de sivil toplum kuruluşları da çok iyi bilmektedir ki Türkiye ne ekonomik kapasitesi ile ne de siyasal-sosyal yapısı ile mültecilere sığınma hakkı ve sosyal yaşama katılma hakkı tanıyabilir.  Kürtlere karşı, kendi gibi düşünmeyen, yazmayan aydınlara, gazetecilere karşı savaş yürüten, ırkçılığı-radikal islamı temel alarak toplumsal kutuplaşmayı düşmanlaştırmaya kadar götüren siyasal eğilimleri ve pratikleri ile Türkiye’nin mültecilere ev sahipliği yapması düşünülemez ki kendi (farklı düşünen) “vatandaşlarına” ev sahipliğini dolup tasan hapishanelerle gerçekleştirmektedir.
 
Avrupa’nın sığınmacıların durumu ile ilgilenmek yerine kendi sınırlarını koruma kaygısını taşıdığını görmekteyiz. Bu amaçla Türkiye ile göçmen pazarlığını/insan ticaretini sürdürmeyi devam edecektir. Her ne kadar Türkiye bunu uluslararası Cenevre Sözleşmesine uygun şekilde gerçekleştirmese de. Bu bağlamda artık mülteciler Avrupa-Türkiye arası nesneleşen bir biçim alırlar. Avrupa, bu insan pazarında ırkçılığını ve gelişen sağ popülizmini de Türkiye ihraç etmektedir.  Türkiye’de antidemokratik uygulamaların faşizan karaktere büründüğü Erdoğan rejimini güçlendiren bu anlaşma Avrupa içinde büyük bir sorul olacaktır. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın en sevdiği tehdit argümanı olmuştur: “Bana bak (…)sınır kapıları da açılır.”(2)
 
Hiçbir ülkenin istemediği ve birbirilerine karşı koz olarak kullanıldığı mülteciler, halbuki bu devletlerinin ekonomik ilgilerinin sonucu vuku bulan savaş nedeniyle yerinden edilmişlerdir. O yüzden sorun “mülteciler sorunu”  değildir ve mülteciler istatistiklerde anlamsızlaşan bir yığın rakam da değildir. Hele hele savaşa taraf olan Türkiye gibi sınırlarını DAİŞ’e açan bir ülkenin “beslediği” bir yığın hiç değil aksine bu politikaların mağdurudur.

AYLAN KURDİ'YE

Denizler çeker beni...
Derin sularında
vururken dalgalar kıyılara
yürür bir çocuk
boydan boya.
Yürür çocuk
yalın ayak
kimseler görmez.
Kimseler duymaz dalgaların hırçın sesini.
Kimseler bilmez denizin o keskin soğukluğunu.
Islak elbiseleri
yalın ayak
yürür çocuk yürür,
denize kokusunu
deniz dibine düşlerini
kumda küçücük ayaklarının izleri bırakarak.
_________________________________________
1) Amnesty Internationa (2016). Türkei. Ungenügender Schutz für Flüchtlinge und Asylsuchende. Internet sayfası: https://www.amnesty.ch/de/laender/europa-zentralasien/tuerkei/dok/2016/ungenuegender-schutz-fuer-fluechtlinge-und-asylsuchende

2) Erdogan (2016). Cumhurbaşkanı Erdoğan: Daha ileri giderseniz sınır kapıları açılır. Internet sayfası: http://www.ntv.com.tr/turkiye/cumhurbaskani-erdogan-daha-ileri-giderseniz-sinir-kapilari-acilir,YlbXv2UnbkeevqzaxfTucg