6 Ağustosta Nuh Köklü cinayetinin ilk duruşması İstanbul Anadolu Adalet Sarayında yapıldı. Duruşmada Nuh’un ailesi yoldaşları ve sevenleri hazır bulundu. Aslında bir nefret cinayeti olan öldürme olayının basında daha naif bir isimle “Kar Topu Cinayeti “olarak anılması bile gizleyemiyordu toplumun kör bıçaklar gibi her daim bilendiği gerçeğini.

Sanık aynı mahalleden tanıdığı Nuh’u pahalı ve büyük olan camını kırdığı için uyardığını, olayın polisteki alınan ilk ifadesindeki gibi gerçekleşmediğini, çünkü kendisinin o an olayın şokunda olduğunu, aslında maktulün kendi elindeki bıçağın üzerine düştüğünü anlatıyordu iyi hal mizanseni kravatlı baharat kokan takım elbisesiyle. Yani sanığın mahkeme heyetinin gözünün içine bakma baka sırıtarak söylediği sözlere göre; boğuşma esnasında Nuh bir anlamda kendi kendini katletmişti. Sanığa göre uzun saçlı, kartopu oynayan komünistlerin kendisini bu şekilde öldürmeleri olağan ve muhtemeldi(!)

Dava dosyasına işgüzar bir BİMER yetkilisi tarafından gönderildiği düşünülen(öyle düşünülsün istenilen) katilin abisinin yazdığı mektupta Cumhurbaşkanı’ndan yardım isterken kullandığı ibareler gerçekten şaşırtıcıydı. Abi tarafından yazılan satırlarda “Gezici ve AK parti karşıtı” olarak nitelenen Nuh’un katlının vacip olduğu açıkça ima edilmekte, Kasımpaşa’da bağlı olduğu şeyhinin adını da zikrederek yardım talebinde bulunulmaktadır. Yardım talebi derken ev ,iş, çocuğunun okulu gibi bir konuda değil, alenen ülkenin gündemine oturmuş bir cinayetten kardeşinin az cezayla yırtması için ricacı olunmakta. Peki, BİMER’E yapılan böyle bir başvurunun çıktısının alınarak dava dosyasına girmesini sağlayan nedenler nedir? Nasıl bu çıktı dava dosyasında yer alabilmiştir? Bunu işgüzar bir memur yapmıştır diyerek işin içinden çıkılabilir mi? Elbette ki hayır. BİMER kendisine yapılan böyle bir başvuruyu prosedür gereği yazının yazıldığı makama göndermesi, ilgili makamında hukuksal sürece müdahale edilemeyeceğine ilişkin bir yanıtı yardım isteyen şahsa göndermesi gerekirdi. Herhangi bir yanıt verilip verilmediğini şu an için bilemiyoruz. Adalet Bakanlığı’nın kendine gelen yazıyı dava dosyasına eklenmek üzere göndermesini de bir iyi niyet olmadığını düşünmekte haksız değiliz elbet. Mektuba  ilişkin avukat Mehmet Ümit Erdem, ilgili kamu görevlileri hakkında suç duyurusunda bulunacaklarını belirtmiş. Yüce makamların vereceği yanıtın çok tanıdık olduğunu hepimiz biliyoruz: ”İlgili evrak dava dosyasına sehven girmiştir". Zaten bu dünyaya sehven gelmiş, sehven yaşayan ve ölen bir ümmetin çocuklarıyız. İnanmasak ne yazar, dağlara taşlara yazarak öğretmediler mi bize “Önce Vatan” vecizesinin alt anlamlarında ol devlete karşı en iyi duruşun sükût olduğunu.

Nuh Köklü, heyecanlı romantik bir devrimciydi. Latin Amerika’da Che’nin izini sürmesi, dayanışmacı yapısı, grev gözcüsü gömleğiyle slogan atarken haliyle kaldı fotoğraflarda. Benimse hafızamda Bayrampaşa Cezaevi'nde C6 koğuşunda Açlık grevi sırasında atılan sloganların düşsel ikliminde davudi sesiyle yumruğunu havaya kaldırışı, kahkahası kaldı avluları çınlatan. Volta atarken havalandırmada ağır Abi denemeleri de yaptık beraber. Sonra işi uzun eşek oynamaya vardırınca dökülüp gitti ciddiyet kurgulu maskelerimiz.

Açlık grevini ilk terk eden çocukların boynu bükük dışlanmış hallerine çok üzüldük. Onlara kötü davranan arkadaşlarının koğuştan atma kararına da karşı çıktık. O yıllarda belediye başkanlığına aday olan otobüs şoförünün koğuşta çaresiz bırakılmasına karşı olduğumuz gibi.

Onun sesinden onlarca kez dinledim bıkmadan usanmadan:

”Başı dik yüzünde bir gülümseme/Attı darağacına son adımını” şarkısını, Ali Asker’in militan tavrını yansıtamasak da.

Her devrimci gibi kalbinde sakladığı insan sevgisiyle karşılardı bozgunları kırgınlıkları. Ülkemizin gel- git ’inden beslenen devrim düşlerini yoldaşlarına bırakarak ayrıldı aramızdan. Ölümünün bir hayal olmasını düşledi. Olmadı. Korkunun derin morgunda, tabut çakıyordu koca koca adamlar, ağızlarında kinlenen çivilerle. Upuzundu tabutluklar, alkıştan tabutların peşi sıra su testisiyle yürüyen çocuklar, akranlar. Mezarcılar, mezar kazanlar ülkenin çölleşen yalnızlığına kurşun sıkanlar. Bu yalnızlıkta, acılara inat yeniden çiçeğe duran çocuklar.

BIÇAKLARA DÜŞTÜK

Yıllardır kin ve nefret söylemiyle iç odalarda sokaklarda her yerde öylesine bıçaklar bileniyor ki. Bu bıçaklar gün geliyor bir kartopunun kalbine saplanıyor, gün geliyor bir inşaata hapsettiği işçilere sokuluyor en sinsi haliyle. Gökyüzü sofrasının önünde gülerken hayata ve umuda, bir canlı bombanın bedeninden dağılarak saplanıyor gencecik çocukların düşlerine, Amara’nın kalbine.

Üzerine düşeceğimiz bıçaklar sokaklarda apartman boşluklarında, maden dehlizlerinde hazır bekletiliyor. Daha Soma’da 301 canın katillerine hesap sorulamamışken Resmi gazetede yayımlanan Bakanlar Kurulu Kararıyla “Madenlerde kullanılan patlamayı önleyici sistemlerin, uluslararası standartlara uygun hale getirilme süresi” 2019 yılına uzatılmadı mı? Bunun anlamı açıkça daha önce kendilerine işletmelerini standartlara uygun hale getirmeleri için süre tanınan 60 civarında işletmeye bu güvenliksiz ortamda 5 yıl daha Bakanlar Kurulu kararıyla muhtemel cinayetlerinize devam edebilirsiniz, hem de devlet onayıyla demek anlamına gelmiyor mu? Köşe başında bıçakların bilendiği bir kaos ortamında elbette normal zamanlarda alınamayacak kararlar kolayca alınıveriyor, yaşamın en ücra köşelerine kadar bilindik söylemlerle maniple edilerek uygulamaya konuyor kıyam.

Katiller sürüsü hazır bekliyor, şehrin en ücra köşelerine kadar ücretiz bıçak bilenir levhası asılmış dükkânlar istila etmiş her yeri. Eskiden sadece kurban bayramlarında sokak ortalarına kadar indiğini görürdük bıçakçıların. Artık kurban bayramlarını beklemiyorlar tezgâhlarına bu yazıyı asmak için. Her daim asılı camlarında “Bıçak Bilenir” yazısı.

Yazının harflerin kan damlıyor asılı olduğun vitrinin kirli camlarına. İş yoğunluğundan olsa gerek yorgun ve gergin bıçakçılar. Ara sıra televizyon ekranlarından bıçak bileme uzmanlarının gündeme ilişkin yorumlarını dinleyerek streslerini atabiliyorlar ancak evlerinde. Ertesi sabah evlerinden bilenmiş olarak çıkıyorlar iş yerlerine keskinleştirmek için korkuları. Gazetelere göz atarak kutluyorlar biledikleri bıçakların toplumsal yaralama marifetlerini.

Her köşe başında birisi paltosunun altında saklayarak getirdiği bıçağı bileterek dalıyor sokaklara, köylere, güvenliksiz asgari yaşam standartlı fabrikalara, madenlere.

Bizse; kendiliğimizden bıçaklara düşüp duruyoruz hala…

Dışarısı et ve baharat kokuyor, kar yerine ölüm yağıyor caddelere.