Sekiz yıllık Yıldırım Demirören döneminde Beşiktaş'a dair yönetimsel anlamda en büyük eleştiri çok sayıda ve değerinin çok üzerinde oyuncu transferleri, sürekli değişen antrenörler, dev bütçeli yıldız oyuncu transferleri ,bununla birlikte yakalanamayan başarı peşi sıra takımın borç yükünün korkunç boyutlara ulaşması ve borçlar nedeniyle kulübe açılan yüzlerce davalar, icralar oldu.

Bu dönem "Beşiktaşlılık Duruşu" cümlesini en çok duyduğumuz dönemdi, peşi sıra "Beşiktaşlılık duruşunun" tarumar edildiği en büyük dönem oldu. "Beşiktaşlılık Duruşu" biliyoruz ki Süleyman Seba'yla son buldu. Bütün Beşiktaşlıların, Metin - Ali - Feyyaz'lı efsane kadroyu sürekli yad etmesi bundandır. O kadro ne yazık ki kendini yenileyemedi.

Beşiktaşlılık halinin tarumar edilmesinde en büyük etken, Süleyman Seba'nın ardından başkanlığa seçilen Serdar Bilgili'nin ben Beşiktaş’ı dünya kulübü yapacağım, Beşiktaş artık 3. sayfada değil, 1. sayfalarda olacak sloganıyla başladı, Yıldırım Demirören döneminde katlanarak devam etti bu slogan. Bu gün bu anlayışın getirdiği sonuç 500 milyon TL borç, 11 yılda kazanılan 2 şampiyonluk, adının şike iddialarına karışması, UEFA’dan alınan şike ve usulsüzlüklerden dolayı cezalar.

Bütün bunlar Süleyman Seba dönemine kadar var edilen centilmen takım, borçsuz kulüp, özkaynak düzeni, şerefli ikincilik gibi birçok değerin yerinde yeller esmesi anlamını taşıyordu.

Oysa Feyyaz Uçar'ın dediği gibiydi her şey , "Beşiktaş'ın 1. sayfalarda yer kaplamasına gerek yok, Beşiktaş 3. Sayfada da güzeldir”.

Tam da böyleydi durum, Galatasaray ve Fenerbahçe'nin büyükülük kompleksinden ziyade Beşiktaş o kapalı coğrafyasının ve emekten yana taraftarının yüzü suyu hürmetine, kendi kendine yetebilme haliyle mutluydu, güzeldi. Beşiktaş'ı Fenerbahçe'den ve Galatasaray'dan farklı kılan tarafı buydu. Halkın takımı boşuna olmamıştı Beşiktaş. Dünya kulübü olacaksa Beşiktaş yine halk kimliğiyle olacaktı. Nasıl Shalke, Dortmund emekçi sınıfının takımıysa ve üretmeyi şiar bellemişlerse Beşiktaş da bir gün dünya takımı kimliğini benimseyecekse ait olduğu semtinin sınıfını ve üretmeyi farz bilerek gerçekleştirecek bunu. Ötekisi Beşiktaş’ın üzerinde hep eğreti duracak.

TRANSFERLER GAZETE SAYFALARINDA HOŞ, SAHADA BOŞ

Beşiktaş’ın tarihine bakarsanız bunun doğrulandığını görebilirsiniz. En pahalı transferlerle değil, alt yapıdan yetiştirdiği 6-7 oyuncuyu sahaya sürdüğü dönemlerde, isimsiz oyuncuları Türkiye futboluna kazandırdığı dönemlerde başarılı oldu. Hatırlayalım o dönemin transferlerini. Zeki Önaltı Bergamaspor, Mutlu Topçu İnegölspor, Şenol Fidan Boluspor, Recep Çetin Boluspor, Halim Okta Yeni Salihlispor, Ali Günçar Gençlerbirliği, Hamit Yüksel Ankaragücü, Saffet Sancaklı Vefaspor, Mehmet Özdilek K.Maraşspor.

Bir tane sansasyonel transfer hatırlayamazsınız. Ama bu isimleri hatırlayabilirsiniz. Beşiktaş bu isimsiz oyuncaları alır parlatır ve sahaya sürerdi. Başarılı da olurdu. O dönemlerde transferde üç büyüklerle adı geçen genç oyunculara en büyük nasihat şuydu: "Beşiktaş'a git ,orada oynama şansı bulursun".

Ne yazık ki, Yıldırım Demirören yönetiminden sonra gelen Fikret Orman yönetimi Yıldırım Demirören’le elbet bir kıyaslamaya gitmeyecek olsam da aynı tuzağa düşmekte ısrarlılar. Görünen o ki Fikret Orman yönetiminin öncelikli tek problemi stad. Fikret Orman yönetimi rakipleriyle ekonomi anlamında rekabet etmesinin tek yolunun da bu olduğunu düşünüyor. Oysa bu ekonomik fark bu gün için oluşan bir şey değil geçmişte de böyleydi. Ve Beşiktaş o dönemlerde bu ekonomik farka rağmen başarılı olabilmesini becerdi. Unutmayalım, Beşiktaş bu sezon ligin son 6-7 haftasına kadar şampiyonluk hesapları yapıyordu, kendi sahasında oynamayarak ve türlü cezalarla bu sonucu elde etti son iki üç hafta kalaysa ikincilik mücadelesi veriyordu.

TARAFTARSIZ TAKIM OLMA ISRARI

Dolayısıyla algının değişmesi gerekmekte. Bir ikinci sorunsa bu yönetimin tribünde daha çok müşteri odaklı bir futbol seyircisi hayal etmesi. Yani stadta gelen seyircinin oturup edebiyle maçını izlemesini suya sabuna fazla dokunmamasını istiyor. Keza yeni yapılacak stadta çarşı gurubuna ''siz artık şurada maç izleyeceksiniz'' diyerek cümleye başlamak hoş bir cümle olmuyor. Yine e-bilet sistemini itirazsız kabullenip bir derbi maçını boş tribünlere oynatma becerisini de yine bu yönetim gösterdi. Aynı yönetim bir sonraki hafta matematiksel anlamda lig şampiyonluğu kesinleşmemişken “Fenerbahçe aldığı ceza nedeniyle, şampiyonluk maçına Fenerbahçe takımı seyircisi önünde çıkmalı” gibi centilmenlik sınırlarını aşan bir açıklama yapmaktan rahatsızlık duymuyor.

Bu açıklamada şampiyonluğu garantilemiş bir Fenerbahçe için yapılsaydı elbette şık olabilirdi, ancak şampiyonluk şansınız halen devem etmekteyken bu lüzumsuz centilmenliğin anlamı nedir? Kaldı ki bu açıklamayı, bir hafta öncesinde Galatasaray derbisinde olimpiyat stadı zulmünün üzerine bir de e-bilet çilesini çeken taraftarınıza dair tek bir uğraş, tek bir açıklama vermezken yapıyorsunuz.

Yukarıya dönelim, yalnız iktisat hesabıyla Beşiktaş’ın düzlüğe çıkacağını düşünmek en büyük yanılgıdır. İki büyük kulüp 25’er milyon taraftara sahipken, Beşiktaş’ınki 12-15 milyon arasındadır. Yine bu iki kulübün ortalama seyirci sayısı 25-30 bin iken Beşiktaşın‘ın 13-15 bindir. En pahalı oyuncuları getirdiğinizde dahi forma satışlarınız bu iki kulüp kadar olmaz. Haliyle bu hesap sizin iktisadi dünyanızda da karşılık bulmaz.

Ancak burnunuzun ucunda bir değer mevcut. Beşiktaş semtinin semt sakinlerinin var ettiği, emekçi olma halinden gelen, üreten, muhalif olan, sırası geldiğinde tavır alan, emekten yana olan, sabretmeyi, paylaşmayı, dayanışmayı bilen bir kültürü var. Ve bu değerler sizin yapacağınız stadtan daha değerlidir. Herhangi bir rekabete tahvil edilemeyecek kadar kıymetlidir.

Hal böyleyken Beşiktaş’ı düzlüğe çıkartmanın yolu yapılacak olan bir stadta değil, o stada anlamını katan o semtle bütünleşmektedir. O semtin değerlerine yeniden sahip çıkmaktadır.

O semt o kulübü nasıl yokluktan var ettiyse, öyle de düze çıkartmasını bilir. Siz yeter ki çözümü rakiplerinize benzemede aramayın.