Başbakan’ın son iki gündür kız öğrencilerle erkek öğrencilerin beraber yaşama alanlarına yönelik açıklamaları ülke gündeminin tam ortasına oturmuştur.5 Kasım’da devlet yurtları üzerinden başlayan açıklamaları kişilerin özel yaşamlarını da kapsamıştır. Başbakan bunların denetlenmesi gerektiğini, bu evlerde her şeyin olabileceğini ve buna sessiz kalamayacaklarını belirtmiştir. Bu açıklamalardan sonra Bülent Arınç, Cemil Çiçek, Başdanışman Yasin Akdoğan ise Başbakan’ın aksi yönünde hareket etmiş, Anayasa’da suç sayılmayan bir fiile yönelik hiçbir ceza yaptırımına başvurulamayacağını belirten açıklamalar yapmışlardır.6 Kasım’da ise Başbakan, Helsinki’ye yaptığı ziyaret esnasında basın toplantısında adeta yangına körükle giden bir anlayışla muhafazakar demokrat bir anlayıştan geldiklerini, gençleri korumanın anayasal görevleri olduğunu, halkın özel yaşamının teminatları altında olduğunu, gayri meşru hayatları takibe alacaklarını, kız ve erkek öğrencilerin aynı evde kalamayacaklarını belirtmiştir. Aynı gün ise yani 6 Kasım’da Adana valisi Hüseyin Avni Coş, Başbakan’ın yaklaşımından vazife çıkartan ilk vali olarak talimat gelir gelmez bunu hemen yerine getireceklerini belirterek adeta selam çakmıştır. İçişleri bakanımız Muammer Güler aynı gün terör örgütleriyle aşk meşk ilişkilerini hemen bağdaştırmakta bir beis görmemiştir. Güya terör örgütleri kız erkek ilişkilerini kullanıyormuş. Hemen aynı gün çıkan bir habere göz atalım. 21 yaşındaki O.K. durumdan vazife çıkaran bir apartman yöneticisinin, apartman panosuna astığı yazıda hedef gösterildiğini dehşetle görmüştür. Merak eden 6 Kasım mynet haber bölümüne bakabilir. Başbakan’ın yol göstericiliği devam etmektedir şüphesiz. Aynı gün yani 6 Kasım’da bir sağlık müşaviri attığı tweetlerde sözde yaptığı araştırmalarda(tabi ki böyle bir araştırma falan yok) doğum uzmanları ve jinekologlardan aldığı bilgilerden son yıllarda kürtaj sayısında çığ gibi bir patlama yaşandığını belirtmiştir. Buradan da rahatlıkla anlaşılacağı üzere Başbakan’ın uygulamalarını kayıtsız şartsız, kanunsuz, zorla uygulamaya hevesli hatırı sayılır bir kesim hazır ol vaziyettedir. Buraya kadar sadece iki günün çok kısa bir özetini yapmaya çalıştım.

Tüm bunları muhafazakar demokrat bir anlayışla, halkın ikisinden birinin oyunu almaya güvenerek yapmaya çalışan bir Başbakan’la karşı karşıya bu ülke. Peki Başbakan bilmez mi bir ülkede temel hak ve özgürlüklerin anayasal güvence altına alınmış olduğunu? Her bireyin başkalarını rahatsız etmeden nasıl yaşayacağına kendisinin karar vereceğini bilmez mi? İnsanların konutunda ne yapıp yapmayacaklarını kendilerinin bilecekleri bir şey. Buna hiçbir gücün karışamayacağını bir Başbakan bilmez mi? Avrupa Birliği Uyum yasalarının da buna hayır diyeceğini bir Başbakan bilmez mi? Daha geçen hafta türbanla meclise girme hakkının anayasal bir hak olduğunu belirten Başbakan, bunun temel hak ve özgürlüklerden biri olduğunu belirten Başbakan kızlı erkekli evlere yönelik bu çıkışını nereye oturtacak, çok merak ediyorum. Dünyanın hiçbir yerinde bir Başbakan’ın böyle bir misyonu olamaz. Başbakan adeta “Baş Ahlak Denetçisi” pozisyonunu üstlenmiştir. Siyaset Bilimci Prof.Baskın Oran’ın belirttiği gibi, Erdoğan 1994’de “Ben bu şehrin imamıyım. İnsanların günah işlemesini engellemekte benim görevimdir. Onların bu günahı işlemelerini engelleyip ruhlarını kurtarmaya çalışıyorum” demişti. Başbakan yine kendine uhrevi bir görev alanı tayin etmiş gözüküyor. Bir Başbakan ülkenin genç kızları ve erkekleri aynı evde kalınca bunlar durmaz sevişirler diye tasalanacağına kadına yönelik şiddeti durdurmalı öncelikle. Birbirlerine sevgilerini, bedenlerini veren gençliği dert edineceğine, karısını bıçaklarken hiçbir şey yapmamayı tercih eden vatandaşlarını, savcısını, polisini gözden geçirmeli öncelikle.

Başbakan muhafazakar müslüman demokrat olduğu iddiasını bu olayda da hatırlatmayı ihmal etmedi. Yani bir anlamda batıdaki eşdeğerleri olan(Angela Merkel gibi) muhafazakar hristiyan demokratlar gibi. Peki acaba hiç incelemiş mi bu ülkelerde böyle bir uygulama olmuş mu? Tabi ki hayır. Çünkü kendisinin hep örnek göstermeye çalıştığı bu ülkelerde böyle şeylerin dillendirilmesi bile ayıptır. Kimin hayatının meşru kimin hayatının gayri meşru olduğu konusu Başbakan’ın alanı değildir. Normalde sosyologların ve sosyolojinin konusu olan yaşam biçimlerinin devleti ilgilendiren tek yönü adli olaylardır. Başbakan ayrıca bu ülke insanlarıyla adeta alay etmiştir. Açıkçası tam bu noktada da Gezi’den sonra ikinci hatasını da yapmıştır. Gittikçe kentleşen bir ülkede kent kültürüyle iç içe geçmiş daha fazla insan bu tarz yaklaşımlardan rahatsız olmuştur. Daha evvel üzerinde çokça konuşulan endişeli modernlerin sayısı daha da artmıştır. Toplumun % 70‘i Başbakan’ın bu tarz yaklaşımlarını doğru bulmuyor. Eğer Başbakan kendi tabanına yönelik bir mesaj verme düşüncesindeyse yine yanlış yoldadır. Çünkü böyle bir yaklaşıma kendi tabanından bile ciddi itirazlar yükselir.

Sonuç olarak iki gündür bu ülke, hiçbir şekilde hak etmediği bir gündemle boşu boşuna zaman ve enerji kaybetmektedir. Başbakan daha evvelde çokça örneğini gösterdiği gibi bir şey ortaya atıyor. Etrafından da karşı fikirler belirtiliyor. Sonra bu toplumsal bir tartışma alanı haline geliyor. Açıkçası güya toplumun nabzını ölçmeye çalışıyor ama unuttuğu bir şey var. Artık bu ülke eski ülke değil. Bu ülkenin miladı Gezi’den önce ve Gezi’den sonra diye ikiye ayrılmıştır. Şu bir gerçektir ki eğer Başbakan bu ülkede herkesin, her kesimin Başbakan’ı olma iddiasını sürdürmek istiyorsa tüm toplumsal katmanları kaale almak zorundadır. Hoş, kaale almak istemiyorsa da bu toplumun şiarı hazırdır. FERMAN DEVLETİNSE MEYDANLAR BİZİMDİR…