Bugün buruk bir sevinç yaşıyorum. Diyarbakır’da yaşanan kayıplar yüzünden üzüldüm. Sevincim ise beraber çalıştığım aslen doğulu olan bir iş arkadaşımın güzel haberi sayesinde oldu. Bana sürpriz yaptı. Eşi hamile ve bebeğin cinsiyetinin de erkek olduğunu öğrenmişler. Eşi ve kendisi benim doğacak oğullarına ad koymamı rica ettiler.

Biraz bu arkadaşımın aile hikayesini anlatmak istiyorum. Ailesi Bingöl Kiğılı, babası yaşadıkları köyün muhtarı. Yaşadıkları bölgenin en zenginleri arasında olduğunu söyler. Arsalarını, evlerini bırakıp geldiklerini anlatır. Arkadaşımı 13 yaşındayken tanıdım. Ailesi 1990’ların başında bulundukları yerden kaçarcasına İstanbul’a yerleşmişler. Baskıların sonucunda, varlıklarını, zenginliklerini bırakıp İstanbul'da sıfırdan bir hayata atılmak zorunda kalmışlar. Yıllarca bir emekçi olarak çalışıp hayatta kalmak için çabaladılar.

Kürtçe konuşmak ve arada bana da bir iki kelime öğretmek hoşuna gider bu arkadaşımın. İşlerin iyi olmadığı bu günlerde bazen köy kahveleri misali, bizlerde ülkeyi arada kurtarırız. Son yaşanan ölümler sonrasında dostumun üzüntüsüne şahit oldum. Yaşanan acının üzüntü dağını ne kadar büyüttüğünü ve bir gün doğduğu toprakların sahibi olarak geriye göç edebileceği umudunu kaybettiğini hissetim.

 Bu yaşananlar yıllardır katlanarak devam ediyor. Ölümlerin hepsinde herkes birbirini suçluyor. Bana göre bu topraklarda tüm kayıpların suçlusu en başta kendimiziz. Bu ölümlerin vebali herksindir. Hiçbirimiz bu konuda masum değiliz. Yaşanan acıların çözümü için çaba gösterebildik mi? Barış için ne çaba verdik? Taaa Osmanlıdan bu yana yaşananların ne kadarını konuşabildik? 

Bir dönem tatile gittiğimde 3 yaşımdaki oğlumun oyun arkadaşlarına baktım. Kendi akranı bir Rus, Kayserili bir Türk, Bulgar göçmeni bir çocuk daha. Bu çocuklar konuşmadan birbiriyle anlaşıyordu. Çocuklarımız eğitim aldıktan itibaren mi bozulmaya başlıyorlar demek içimden geçti. Aslında meselenin buradan başladığını fark etmek bana göre en büyük çözüm.

Tüm acıları acılarımız, tüm sorunları sorunlarımız olarak görmeden çözüm üretmeyi mümkün görmüyorum. Yaşamın bizi düşman yapmasına izin vermemek için, insanlık onurunu korumak için, sabahları birbirimize selam vermekle başlayabiliriz. Empati kurmayı başarabilmemiz lazım. Yaşanan olumsuzlukları savunduğumuz değerin karşı fikrin yerine koyarak nedenlerini sorgulamak çözüme ulaştıracaktır bizleri.  

Bu satırları yazarken doğacak bebek için bir ad önerdim. Ailede bu adı beğendi ve kabul ettiler. Bebeğin adı Barış olacak.  Barış bebek gözünü açtığında tek dileğimiz barış isteyen insanlarla tanışması. Bana bu onuru layık gören anne ve babaya da teşekkür ederek adına layık bir insan yetiştirme konusunda birlik olmaya söz veriyorum.

Peki ya bu yazıyı okuyan dostlar, Barış bebek için barışı sağlamaya çalışacak mısınız?