‘Kürdistan’ın Bağımsızlık Referandumu’na sayılı günler kaldı. Bu referandumun sonucunda ortaya çıkan tablo ilk elden Irak devletinin toprak bütünlüğünü etkiler. Irak devletinin geleceğiyle ilgili ortaya çıkacak bu durum karşısında Irak’ın vereceği tepkiyi bir nebze de olsa anlamak mümkün. Ancak Türkiye’nin referanduma karşı duruşu ve verdiği şiddetli refleks ne yazık ki Irak’tan daha da sert. Türkiye’nin bu refleksini anlamlandırmak ve uluslararası bir mantığa oturtmak da oldukça güç.

Türkiye bu şiddetli tepkisine dayanak olarak Türkmenler, Kerkük ve Irak’ın toprak bütünlüğünün korunmasını öne sürmekte. Kerkük Türkiye’nin yüz yıl öncesinde diğer Osmanlı topraklarında olduğu gibi kaybettiği bir toprak parçası. Irak’ın bütünlüğü ise Türkiye’nin koruması gereken bir durum değil. Irak bir bütün olarak kalabilir ya da bölünmek de isteyebilir, bu Türkiye’yi birinci elden ilgilendiren bir boyut değil, Irak halkının ve yönetiminin verebileceği bir karar. Türkmenler konusuna gelince, Türkiye ne Baas yönetiminde ne de Baas yönetimi öncesinde Irak tarafından Türkmenler üzerinde oluşturulan baskıyı hep görmezden gelmiştir. Türkmenlerin Irak yönetimince asimile edilmesi, yerinden koparılması, katledilmesi gibi konular, ufak tepkileri saymazsak, Türkiye’nin hiçbir zaman gündemine girmemiştir. Türkmenlerin varlığı ya da yokluğu aslında Türkiye’yi pek de ilgilendirmiyor.

Kürdistan’ın Bağımsızlık Referandumu sürecinde Türkmenlerin durumunu anlayabilmek için Türkmenlerin geçmişten günümüze nasıl geldiklerini, demografik konumlarını, geçmişte Irak yönetimindeki konumları ile şimdiki Kürdistan yönetimindeki konumlarını ortaya koyarak bir durum tespitinin yapılması, kanımca Türkmenlerin Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ndeki realitesini kavramayı kolaylaştıracaktır.

Geçmişten Günümüze Türkmenler

Türkmenler yoğunluklu olarak Erbil ve Kerkük dolaylarında yaşamaktadırlar. Osmanlıdan beri yerleşik halde bulunan Türkmenler, memuriyet ve ticaretle daha çok meşguldürler. Saddam yönetimi döneminde Türkmen kimliği reddedilerek Araplaştırılmaya çalışıldı. Tüm Türkmen okulları, yayınları ve Türkmence konuşulması yasaklandı. Buna direnenler ise ya sürgün edildi ya da faili meçhule gittiler. Türkmen adı altında siyaset yapmak ya da parti kurmak yasaktı ve bu tür girişimlerde bulunanlar da tutuklanıyordu.

1991 yılında ortaya çıkan tablo Türkmenler açısından da umut oldu. Kürdistan sınırları içinde kalan Türkmenler siyasi ve kültürel olarak rahat bir nefes aldılar. 1991’den itibaren Türkmen adı altında siyasi partiler kuruldu. Bunlardan Türkmeneli Partisi, Türkmen Birlik Partisi, Kürdistan Demokrat Türkmen Hareketi, Bağımsız Türkmen Hareketi, Türkmen Reform Hareketi, Hizmet ve Reform Partisi, Irak Türkmen Cephesi(ITC-1995) gibi partiler adı altında siyasi çalışmalar yürütmeye başladılar.

İfade özgürlüğü Türkmenlerin siyasal, sosyal ve kültürel alanlarına dek nüfuz etti. 1991 sonrasında Kürdistan Bölgesi’nde Türkmen okulları açıldı. Türkmenlere ait görsel ve yazılı medya kurumları oluştu; gazete ve dergiler yayınlandı, radyo ve televizyonlar kuruldu. Okullarda anadilde (Türkçe) eğitim başladı.

Kürdistan Bölgesi Hükümeti Anayasası’nda azınlıkların hakları korundu. Anayasa gereğince Türkmenlerin otonomi ilan etmek hakları saklı tutuldu. Türkmenler, Araplar, Asuriler, Keldaniler, Süryaniler vb. Kürdistan’daki halklar azınlık olarak da görülmedi bilakis asli unsur olarak kabul edildiler.

Türkmen nüfusu tüm Kürdistan’da 450 bin dolaylarındadır. Kimi Türkmenlere göre bu sayının 1 milyondan daha fazla olduğu iddia edilmektedir. Türkmen nüfusu üzerinde en büyük spekülatif rakamlar bir dönem Türkiye üzerinde yapılmaktaydı. Yapılan seçimlerde Türkmen temsilcisi olarak muhalif siyaset yapan partiler en fazla 90 bin oy alabildiler. Ülke barajını aşamadıkları için normal yollarla parlamentoya gidemediler. Kürdistan Yönetimi’nin tanıdığı özel kontenjanla meclise milletvekili gönderebildiler.

Kent merkezinde bulunan Türkmenlerin büyük çoğunluğu ticaretle uğraşmaktadırlar. Türkmenler ile Kürtler arasındaki ilişkiler sıcak bir zeminde yürümekte. Türkiye hayranlığı ya da etkisinde bulunan Türkmenler bir dönem iki halk arasında gerginlikler yaratmak istese de bunda başarılı olunamadı.

Tarihsel süreç içerisinde bakıldığında Türkmenler Irak ya da Kürdistan’ın otantik halkı değildirler. Osmanlıdan önce, Orta Asya bozkırlarından memuriyet amaçlı buradaki sınır boylarına getirilip çalıştırılmışlar. Günümüzde bile Türkmenlerin ağırlıkta yaptıkları işler daha çok ticaret ve bürokrasidir. Uzun bir süredir Irak ve Kürdistan Bölgesi’nde bulunan Türkmenlerin savaş tecrübeleri olmadığı gibi, askeri bir örgütlenmeye de gidememişlerdir.

Türkmen olgusu ve kavramsal yapısı konusunda da tam bir uzlaşı bulunmamaktadır. Türkiye’den Türkmenlere bakıldığında onların Türk olduğu kabul edilir. Ancak Türkmenler, Türk kimliğinin bir alt kimliği olmayı kabul etmemektedirler. Örneğin Kürdistan Bölgesi’nde bir Türkmen’e “Siz Türksünüz” denirse, gelen yanıt, “Hayır biz Türk değiliz Türkmeniz” diye yanıtlanır. Türkmenler Türk ya da Türkler Türkmen tartışmasını bir yana bıraktığımızda, Türkmen kavramı ile ilgili de tam bir görüş birliği yoktur. “Irak Türkmenleri” adlı kitabın yazarı Erşat Hürmüzlü bu kavramı Selçuklulara bağlayarak, “Selçuklu fütühatı sıralarını müteakip Anadolu ve Irak’ta yerleşen ve daha sonraları Irak’ı vatan olarak benimseyen Türk boylarına Türkmen adı verilmektedir” (Erşat Hürmüzlü, Irak Türkmenleri, Irak Milli Türkmen Partisi Ankara, 1994. Bu kitap ilk kez 1974 yılında kitapçık şeklinde Bağdat Türkmen Kardeşlik Ocağı tarafından basıldı) der.

Hürmüzlü, tarihçilerin Türkmen kelimesi konusunda tam bir birlik içinde olmadığını ifade ederken, Türkmenlerin Türk boylarından geldiğini söyler. Kelimenin kökeni için de 8. yüz yılda “Tong-tin” Ansiklopedisinde Çince yazılmış şekliyle “Tokumenk” biçiminde geçtiğini belirtir. Bazı tarihçiler Türkmen kelimesini “Türk” etnik kavramına Farça “manend” (benzeri) kelimesiyle birleştirilerek “Türkmanend” (Türk benzeri, Türke benzer)’den geldiğini bunun da zamanla Türkmen olarak kullanıldığını ileri sürerler. Prf. Dr. Faruk Sümer’in benimsediği görüşe göre de Türkmen adı XI. yüz yıldan itibaren İslam ülkeleriyle kurulan ticari ilişkiler neticesinde çoğunlukla İslam dinine giren Oğuz boylarına verilmiş bir ad olduğunu belirtir (Bu görüşe göre “Türk” ve “iman” sözcüklerinin bir araya gelmesiyle “Türkiman” daha sonra da “Türkmen”e dönüşmüştür). Ebû-l Fida’ya göre ise Türkmenlerin Horasan ve Maveraunnehir’de yaşayan Müslüman Türklere bu isim verilmiştir. İslam dinini benimseyen bu Türklerin Araplar arasına karıştıkları tercümanlık ettikleri için bu ismi aldıklarını ileri sürer ve “tercüman”ın zamanla ağızlarda “Türkman” şekline dönüştüğü ileri sürülür.

Türkmenlerin nerden ya da nasıl bu coğrafyaya geldiklerinden daha önemlisi bu toplumsal grubun kendilerini nasıl tanımladıkları ya da nasıl olması gerektiğini yaşaması önemlidir. Bu nedenle de Türkiye’de Kürtlerin gördüğü muameleye karşı ya da Saddam döneminde buradaki tüm etnik grupların ve gayrimüslimlerin gördüğü kötü muameleyi Kürdistan Bölgesi Yönetimi, Türkmenlere karşı hiçbir şekilde göstermedi. Kürt ve Türkmen kardeşliğinin Kürdistan Bölgesi’nde kurulması slogandan öteye giderek her geçen gün daha da pekişmektedir.

Vereceğim bir anekdot aslında Kürdistan Bölgesi’nde Kürtler ile Türkmenler arasındaki ilişkiyi çok ne ortaya koymaktadır. Kürdistan Parlamentosu’nda dönemin milletvekili olan Türkmen Fraksiyonu Başkanı Kerxî Altıparmak’la görüştüğümde Türkmenlerin Kürtlerle birlikte hareket etmesini savunuyordu. Bunun da ötesinde Kürdistan konusunda son derece övücü sözler sarf ediyordu. Bu durum karşısında biraz sınırları aşarak kendisine Türkiye’deki Kürtlerin de devlet tarafından desteklendiğinde Türkiye’den yana övücü ifadeler kullanarak yandaş olduklarını, kendilerinin de böyle bir durum içinde olup olmadıklarını sormuştum ve hiç beklemediğim sert bir yanıt aldım. Kerxî Atıparmak sinirlenerek şöyle dedi:

“Biz onlar gibi satılık insanlar değiliz. Sözlerinize dikkat ediniz. Bakın Türkiye’de Kürtlerin kendi okulları var mı? Yok. Kendi dillerinde eğitim alabiliyorlar mı? Hayır. Özerklik ilan etme hakları var mı? Yok. Kürt ismiyle siyasi parti kurabiliyorlar mı? Hayır. Parlamento kürsüsüne çıkıp da Kürtçe konuşabiliyorlar mı? Hayır. Ama Kürdistan’da Türkmenler bu hakların hepsine sahiptir.”

Açıkçası bu ifadelerinden etkilenerek utanmıştım. Ancak bu provakatif soru neticesinde de ciddi bilgeler elde etmiştim. Sıkılarak, “Mademki otonomi hakkınız var neden ilan etmiyorsunuz?” şeklinde sorduğumda ise; “Biz otonomi hakkımızı kullanmak istersek kullanabiliriz. Ancak bunun bize hiçbir yararı yoktur. Örneğin Kürtler Türkiye’de otonomi ilan etseler faydasını görüler. Çünkü Kürtler yoğun olarak bir arada yaşamaktadırlar. Ama Kürdistan’daki Türkmenler dağınık haldeler. Siz otonomiyi nereye koyabilirsiniz ki? Bu nedenle otonomiden ziyade Türkmenlerin Kürdistan bütünlüğü ve demokratik yapısı içinde kalmasında daha yarar vardır. Çünkü ekonomik ve siyasal olarak otonom bir Türkmen bölgesi değil, Kürdistan Yönetimi içinde temsil edilen Türkmenler kazanır.”

Irak Türkmen Cephesi (ITC) ve beraberindeki kimi Türkmen partileri aslında doğrudan Türkiye’nin güdümünde, özellikle de MHP’nin milliyetçi-ırkçı söylemiyle hareket ettikleri için şu anda onlara katılmayan Türkmen partilerini de işbirlikçi, kandırılmış ya da kendilerini satmış olarak nitelemektedirler. Provakatif bir refleks ve dil içinde bulunan ITC, maddi olarak Türkiye tarafından beslendiği ve ideolojik olarak da MHP’nin aşırı milliyetçi ve ırkçı söylemiyle hareket ettiğinden dolayı Kürdistan Bölgesi içinde yaşayan Türkmenleri de suçlamaktadır. Oysa Türkmenler Baas öncesini ve Baas dönemini çok iyi bildikleri için şu anda Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin onlara tanıdığı hakları çok net görmektedirler. Bu nedenle de Kürdistan’ın Bağımsızlık Referandumu’nda tümü olmasa bile Türkmenlerin büyük bir kesimi bağımsızlık referandumunu desteklemektedir. Geçmişte olduğu gibi bugün de Türkiye’nin Türkmenlere sığınarak ya da kullanarak bir amaç gütmesi tutmadı ve tutmayacaktır.