Felsefe tarihinde aydınlanma olarak bilinen dönem 18. yüzyıla karşılık gelir. 18. yüzyıl felsefesine bu yüzden Aydınlanma Felsefesi denir. Bu döneme hakim olan anlayış akıl eleştirileri yanında akla duyulan güvendir. Aklın yanlış kullanımı eleştirilirken doğru kullanımı yüceltilir. Aydınlanma felsefesi genel olarak insanın bilme yetilerinin eleştirisini yaparken, insan aklının neleri bilip neleri bilemeyeceği üzerine odaklanarak, aklın hem bir eleştirisini yapmış hem de aklın ancak bilebileceği konular üzerinde bilgi ortaya konabileceğini ileri sürerek aklı, doğru kullanımında bilimi, bilgiyi ortaya çıkarabilecek tek bilme yetisi, kudreti olarak ele almış ve yüceltmiştir.

İşte tam da bu yüzden 18. yüzyılın felsefi anlayışına genel olarak felsefe tarihinde Aydınlanma dönemi ya da Aydınlanma Felsefesi denir.

Ortaçağın her şeyin tanrı tarafından belirlendiği anlayışının karşısına, Aydınlanma Felsefesi, tanrı yerine insanı merkeze alan bir düşünceyle çıkmıştır. Aydınlanma düşüncesi her şeyin belirleyicisi olarak insan eğilimlerini ve aklı almıştır. Rönesansta ortaya çıkan hümanist düşünce Aydınlanma döneminde toplumlar için de gitgide belirleyici olmuş ve ortaçağın evrensel tanrı devleti anlayışının yerini ulus devlet düşüncesi alarak siyaset kurumlarının ve bilimin üzerindeki dinsel iktidar ortadan kalkmıştır. Dolayısıyla Aydınlanma'dan ''insan yaşamı ile düşüncesinin her yanını laikleştirme çabası” anlaşılır.'' Aydınlanma bu anlamda insan yaşamında geri ve barbarca olan bütün boş inanç ve dinsel dogmalardan kurtulmak demektir.

Aydınlanma filozofları, geçmiş tarihi akıldışı ve karanlık bir süreç olarak görmüş ve aklın egemenliği ile insanlığın mutluluğa ulaşabileceğini ileri sürerek, aklın gelişmesinin insanlığın da gelişmesine yol açacağını düşünmüşlerdir. Böylece Aydınlanma düşüncesi, kendisinden önceki dönemleri karanlık olarak ele alırken, kendisiyle başlayan gelişme sürecini de ussal bir ilerleme süreci olarak görmüştür.

Ez cümle, Aydınlanma ile; düşünme ve değerlemenin geleneklere bağlı olmaktan kurtulup, insanın kendi aklı ile, kendisinin yapmış olduğu denemeler ve gözlemlerle yaşamını aydınlatmaya, kaliteli hale getirmeye girişmesi anlaşılır. Aydınlanma düşüncesinin amacı dinin dogmalarını ortadan kaldırmak ve böylelikle de insanı özgürleştirmektir.

Bütün bunları niye anlattım? İçinde bulunduğu koşulları dinsel dogma veya geleneklerle değil de, kendi aklı ile yorumlayarak anlayan birinin, ülkenin Aydınlanma düşüncesinin sanırım neresinde veya ne kadar ''yakınında'' olduğunu anlar. Biraz dillere pelesenk gelecek ama, dini dogmaları gencecik beyinlere şırınga eden imam hatip okullarının bu kadar yoğun olarak kurumsallaştırıldığı ve yaşadığımız insanlık tarihi açısından bir devlet kurumu olarak hiç de gerekli olmayan Diyanet İşleri Başkanlığı'nın yanılmıyorsam beş bakanlık bütçesi değerinde devleştirildiği, düşündüğünü söylemek veya yazmak dışında bir ''suçu'' olmayan yüzlerce gazeteci, bilim insanı ve siyasetçinin tutsak olduğu (ne garip tesadüf ki, 3 Mayıs Özgür Basın Günü'n de bu yazıyı yazıyorum) bir ülkede eğitim sisteminin özgür düşüncenin gelişmesine ne kadar engel olacağını varın siz değerlendirin.