“Pırıl pırıl ışıyan Türkçesiyle Hasan Ali Toptaş, Kuşlar Yasına Gider’de romancılığına yeni bir boyut katıyor: anlatmıyor, söylemiyor; nefeslendiriyor. Kadirşinas otlarının mırıltısını, of demenin ilmini, eldeyken kıymetini bilmenin erdemini, ömürden giden günlerin sabrını okudukça zihnimiz, gönlümüz havalanıyor. ‘Babalar alınlarımıza yazılmış yalnızlıklardır’ sözü yankılanıyor kulaklarımızda. Kuşlar Yasına Gider; atların koşması kadar doğal, kaleme iç çektirecek kadar merhametli bir roman.” (Arka kapaktan)
 
Gerek edebi metinlerde gerek sanatın diğer dallarında “baba” kavramı çoğunlukla olumsuz çağrışımlarla verilir. Her baba Kronos’tur biraz. Devlettir. Erkektir ve tahakkümü, tüketmeyi sever. Çoğumuzun bir “baba yarası” vardır. Peki bunun tersi neden mümkün olmasın? Babaya niçin olumlu yaklaşılmasın? Hasan Ali Toptaş, son romanı Kuşlar Yasına Gider’de bunu sorguluyor ve bize, babanın olumlu da ele alınabileceğini gösteriyor. “Babalar, alınlarımıza yazılmış yalnızlıklardır” sözü roman boyunca kulaklarımızda çınlıyor çıtırtılar arasından. Ne yaparsanız yapın alnınıza/benliğinize/aklınıza yazılmış babadan kaçamazsınız. Ki romanımızın kahramanının da böyle bir derdi yok zaten. Kaçmıyor, genel işlenişin aksine babasıyla savaşmıyor.


 
Toptaş bir röportajında şöyle açıklıyor bunu: “Edebi metinlerde baba meselesi, biliyorsunuz, çoğunlukla bir iktidar mücadelesi üzerine kurulmuştur. Bir çatışma hâli üzerine. Peki ‘baba’ya nasıl farklı yaklaşılabilir diye düşündüm. Bu soruya çatışmayı bir kenara bırakarak, daha yumuşak şekilde bakmayı denedim.” Öyle de yapıyor; çatışma yerine merhameti koyuyor Toptaş. Geçip giden günlere ve yaşlanmış bir ömre merhametle yaklaşıyor. Öyle ki şefkati mürekkepte bile görmek mümkün hâle geliyor. Sayfalar bize adetâ “bu dünyada hâlâ iyilik var, tükenmedi, bitmedi!” diye haykırıyor.
 
Romanda yazarın kendisinden izler oldukça fazla. Öncelikle kahramanımız bir yazar. Kendisi Eryaman’da, ailesi Ege’de. Toptaş’ın kendisi gibi karakterin de en ağır çocukluk anısı başında çıkan büyük yara. Babasının sessiz, içe kapanık; annesinin ise konuşkan olması da Toptaş’ın ailesinden izler olarak görülüyor. Zaten kendisinin de açıkladığı gibi, babasını kısa süre önce kaybetmiş olması bu romanı yazmak için onu harekete geçiren şey. Yine de karakteri yazardan ayırmak ve kendi yaşadığı sınırlarda (romanda) ele almak gerekir. Eco’nun da üzerinde durduğu gibi, ampirik yazar ile örnek yazarı birbirinden ayırmak gerekir. Toptaş’ın kendisi de uyarıyor bizi: “Ama romandaki baba, babam değil. O, romandaki baba. Romandaki oğul da ben değilim. Hem benim hem değilim. ‘Kuşlar Yasına Gider’ otobiyografik bir roman değil. Zaten, yazar ‘otobiyografik bir roman’ demediği sürece hiçbir roman öyle değildir.”
 
Toptaş’ın kendi dilinden aldığımız bu uyarıya bir de romandan bir uyarıyı eklemek mümkün; kahramanımız, kendisi hakkında yazılan bir kitaba sinirlenip şunları anlatıyor okura: “Kitabı yazan akademisyen, yazarla anlatıcıyı aynı kişi sanıyordu çünkü; bu nedenle de, bilimsel çalışma yapıyorum iddiasıyla, romanlarımdaki kahramanları kollarından yahut yakalarından, paçalarından tutarak sürükleye sürükleye getirip benim hayatımın orasına burasına raptediyordu. Dolayısıyla, romanlarımda anlattığım her evlilik benim evliliğimdi ona göre; dayılar benim dayılarım, dedeler benim dedelerim, çocuklar benim çocuklarımdı.” Romanın kahramanının bahsettiği akademisyen gibi Toptaş’ın hayatını romanda didiklemeye niyetli olmasak da izlerini sürmek mümkün olabilir.
 
Kuşlar Yasına Gider, anlatımın ve dilin ne kadar doğal olabileceğinin üst noktasında bir örnek. Hikâyenin kendisi ve Toptaş’ın anlatımı o kadar naif ki, kitabı okumaya başladığınızda dinginleşiyorsunuz adetâ. Sıcaklığın yüreğinizi sardığını hissediyorsunuz. Toptaş’ın dilinin kendine has özelliklerini bu romanda da görebiliriz. Yan yana getirmeye çekinmediği kavramlar/duyular uyumla şarkı söylüyor onun kaleminde; yeşil yeşil ağlamayı, tüylüymüş gibi görünen boğuk bir sesi, domates kırmızısına boyanmış bir hızı, yukarıdan şıp şıp damlıyormuş gibi görünen uykulu bir sesi Toptaş’ın dilinden başka yerde göremeyiz. Dile verdiği bu önem, dilin aslında narin olduğunu ve özenle kullanılması gerektiğini hatırlatır nitelikte. Bu özeni, kullandığı yöresel kelimelerde de görmek mümkün. Bir yandan kelimelere ezgiler söyletirken bir yandan da türkülere götürüyor bizi Toptaş. Yolda dinlenen türkülerle bozkırları aşıp atlarla yarışıyoruz okurken.
 
Son olarak değinilmesi gereken bir konu da Toptaş’ın metinlerarasılık tekniğini yerli yerinde kullanması. Kendi eserlerine (Yalnızlıklar, Sonsuzluğa Nokta gibi) yaptığı göndermeler dikkatli okurun gözünden kaçmaması için özenle romanın detaylarına yerleştirilmiş sanki. “Babalar, alınlarımıza yazılmış yalnızlıklardır” sözünü Yalnızlıklar kitabında görmüştük, Kuşlar Yasına Gider’de ise “Noktanın Sonsuzluğu” adlı kitabın bahsi açılıyor. Toptaş adetâ bizi kendi metinlerinde bir yolculuğa davet ediyor.
 
Sakinlik, doğallık ve merhamet kokuları arasında dolaşmak isteyenler için Kuşlar Yasına Gider okunmayı bekliyor. Kitabın son sayfasını okuyunca başa dönüp ilk sayfayı tekrar okumanız tavsiyemdir.
 
_____
Hasan Ali Toptaş | Kuşlar Yasına Gider | Everest Yayınları
Baskı: Ekim 2016 | Sayfa Sayısı: 248