Belki de 150 yıl aradan sonra “Hasta Adam” ifadesi yeniden gündemde. Fakat bu defa 150 yıl önceki taraflar ters yüz olmuş görünüyor. 150 yıl öncesinin “Hasta Adam”ı son birkaç yılın getirdiği ekonomik iyileşmenin etkisi ve hükümetin tüm medyayı kendisini destekleyecek şekilde dizayn etmesinin verdiği güçle yapılan gaza getirici yayınların etkisiyle tavan yapan ulusal egonun verdiği yersiz özgüvenle bir zamanlar mazlum olduğunu unutarak mağrur bir üslupla konuşuyor. Yunanistan'ın Euro Bölgesine girmek için çevirdiği üçkağıtların ortaya çıkmasının yarattığı dalgalanmanın etkisiyle ekonomik dar boğaza giren Avrupa Birliği'ni “Hasta Adam” ilan ediyor. Üstelik en üst dereceden yani Türkiye kamuoyunda sakinliği ve ılımlılığıyla bilinen Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün ağzından ve hakarete varan cümlelerle.

 

Aslında görevi aday üye olan Türkiye'yi Avrupa Birliği üyeliğine hazırlamak olan Avrupa Bakanı Egemen Bağış da Cumhurbaşkanı gibi konuşarak görevini pek önemsemediğini düşündürüyor. Avrupa Birliği'ne eleştiriler yöneltip üyeliğin önemli olmadığını dillendiriyor. Bağış'ın Türk kamuoyunun “AB'ye üye olursak para gelecek” anlayışını bilinçaltında taşıdığını göstererek AB'yi sadece ekonomik bir birlik olarak gördüğünü gösteriyor. Zaten hükumet, blokajlar nedeniyle duran üyelik müzakerelerini bahane ederek AB üyeliği için herhangi bir hukuki düzenleme yapmazken sadece AİHM'in yüksek miktarlara varan tazminatlarının önüne geçebilmek için kanun değişiklikleri yapmakta. Bunun son örneklerinden biri de Müslüman olmayan azınlık vakıflarının hukuki yorumları zorlayarak el konulan mallarının iadesine yönelik KHK marifetiyle yapılan düzenleme olduysa da bu düzenleme de Azınlıkların el konulan tüm mallarının iadesine olanak vermekten aciz.

 

Durum gerçekten öyle mi? Türkiye ekonomisinin birkaç yıldır dünyada etkisini gösteren küresel krize rağmen büyümeyi sürdürmesi, Türkiye'nin kişi başına düşen gelirinin artış göstermesi böyle olduğunu gösteriyor. Bu verilerin yanına Yunanistan'dan sonra İtalya ve İspanya'da da baş gösteren Euro Bölgesi ülkelerini paniğe sürükleyen krizleri ekleyince durumun tersine dönmüş olduğunu düşünmek normal görünebilir.

 

Fakat unutulmamalı ki ikinci dünya savaşı sonrasında Avrupa (Birliği) ülkeleri büyük bir ekonomik çöküntünün yanı sıra ciddi bir insan kaybıyla yüzyüze gelmişti. Fakat aynı Avrupa ülkeleri 1945’ten, çok değil, 15 sene sonra kalkınmada eski güçlerini yeniden kazanarak Türkiye, Pakistan gibi savaşa girmemiş ülkelerden işgücü transfer etmeye başlamışlardı. Çünkü ahlaki altyapıları ve eğitim sistemlerinin yanı sıra sanayii know-howları sağlamdı...

 

Şimdi Türkiye ekonomisinin nesi var? Arkasında ahlaklı, iyi eğitimli bir işgücü pazarı mı var? Yoksa vergi kaçırmayı, sigorta primlerini düşük yatırmak için işçisini asgari ücretten sigortalattırmayı ve daha yüzlerce hilekarlığı marifet kabul eden bir insan kaynağı mı?

 

Güçlü bir sanayi, teknoloji know-how’ı mı yoksa Avrupa ülkelerinden makine ithal edip bunlarla üretim yaparak kalkındığını sanan fakat sadece patronlarının zenginleşmesine neden olan bir sanayi mi?

 

Ne diyor Hazreti Süleyman, “Doğruluk bir ulusu yüceltir, fakat ahlaksızlık o ulusu yüzkarası yapar.”

 

Haksız mı?

 

www.twitter.com/SeyfiGenc