Yıllar önce tek kanallı televizyonda izlediğimiz ya da izlemek zorunluluğuyla karşı karşıya bırakıldığımız günlerde yayınlanmaya başladı “Kökler “ dizisi.

Alex Haley’in ”Kökler” romanı 1976 yılında yayımlanmasıyla birlikte yoğun ilgi görerek büyük satış rakamlarına (1,5 milyon) ulaştı.

Alex Haley’in Roots yani Kökler kitabı aynı adla uyarlanarak 1977 yılında televizyon dizisi olarak da ABD’de gösterime başladı. Kitabı gibi dizisi de yoğun bir seyirci ilgisiyle karşılandı.

Bizde ise, "Kökler" seksenlerin başında, TV’de yayınlanmıştıı. İzleyiciyi Kunta Kinte’nin kötü yazgısını değiştirme serüvenine odaklayan bir pazartesi beklentisine dönüştü zamanla. Yoğun bir ilgiyle karşılanan diziye bir süre ara verildi. Daha sonra 1981 Nisanında yayınlanmaya yeniden başlandı.

Afrika derinliklerindeki ormanlarından ve ailesinden zorla koparılıp köle olarak gemilerle köle pazarında satılan Kunta Kinte'nin acılarla dolu hikâyesini gözü yaşlı izledik. Bizler ki Yeşilçam’ın melodramlarında ağlamaya idmanlı bir millettik. Afrika’dan o derin köklerinden kopartılıp Amerika’ya köle pazarına götürülen Kunta Kinte’nin hayallerini süsleyip onu ayakta tutan bir umuda dönüşen kopartıldığı Afrika’ya bir gün dönme düşünü hep birlikte yaşadık.

Kunta Kinte’nin ruhunda cisimleşen o asi ve özgür ruh siyah beyaz ekranlardan taşıp yoksul evlerimizin direnci olurdu. Kendisine dayatılan köleliği ve beyaz adamın verdiği isim olan Toby’i kullanmayı ayağının kesilmesi uğruna reddeden kahramanımızdı o.

Şairlerimizin peşi sıra göçtüğü haziran ayında televizyon ekranlarına bir alt yazı olarak düştü Muhammed Ali’nin öldüğü haberi. Hayatta mıydı, ne zaman öldü çelişkisi içinde spiker canlı olarak onun öldüğünü teyit ediyordu izleyicilerine bir süre sonra.

O ASİ ÖZGÜR RUHUN ÇOÇUKLARINDAN BİRİYDİ

Kunta Kinte’nin Amerikan kıtasına taşıdığı asi özgür ruhun çocuklarından biri de sonsuzluğa göçmüştü Haziranın 3’ünde.

Bir zamanlar ırkçılığa, emperyalizme inat attığı yumruklarla ünlenen bu Koca Afrikalı, hep ezilenlerin umut ışığı olmuştu.

Cesur dev adam “Kelebek gibi uçarım arı gibi sokarım “ sözüyle boy göstermişti ringlerde. Vietnam savaşına gitmeyi “onlarla bir sorunum yok“ diye reddeden Ali’nin unvanları elinden alınıp lisansı iptal edilerek boks sporundan uzaklaşması sağlanmıştı.

1960 Roma olimpiyatlarında elde ettiği altın madalyayı, bir lokantada sadece beyazlara servis yapıldığını görünce Ohio nehrine atması, ırkçılığa karşı o yıllarda verdiği mücadelenin en önemli kanıtıdır.

1964, 1974, 1978 yıllarında dünya ağır sıklet boks şampiyonluğunu 3 kez alan Muhammed Ali, bu unvanını rakipleri karşısında 19 kez korumayı başardı.



Bu başarılar, Muhammed Ali hayranlığı, ülkemizde sabaha doğru yayınlanan boks maçlarının izlenme oranın yüksek olmasının hepsi, onun direngen kişiliğiyle ilgiliydi. Ezilenlerin, ötekileştirilenlerin onun başarılarıyla kendilerini özdeşleştirmelerindendi ona olan büyülü sevginin kaynağı.

TRT spikeri Orhan Ayhan o yılları şöyle anlatıyor : “Ankara'da bir otelde kalırdım. Görevliler 01:30-02:00 gibi kaldırırlar, kahvaltı yapardım. Sonra uzun yürüyüşe çıkardım. Sabah ışıklarına hayli vakit varken attığım her adımda birçok evde ışıkların yandığını insanların Muhammed Ali'nin maçlarını izlemek için kalktıklarına şahit olurdum.”

O YOKSULLUĞA VURULAN BİR YUMRUKTU

Efsanevi bir isim olarak gözlerini kapatırken attığı yumrukların köklerine dayatılan köleliğe ve zulme Kunta Kinte adına atılan bir yumruk olduğu bilincindeydi.

Afrika’nın büyülü seslerinden süzülen gettolarda biçimlenen bir öykünün destansı anlatımıydı onun yaşamı. Su kelebekleri gibi küçük çaylardan büyük nehirlere ulaştı önünde derinleşen uçurumlara inat.

Beyaz adamın karanlık dünyasında insan olma onur mücadelesinin bir parçasıydı aslında ringlerdeki fırtına gibi esen hayaleti.

Onun tutuklanma tehditline karşı söylediği sözlerle bitirelim yazımızı:

“Hapse girsem ne olacak zaten 400 yıldır hapiste değil miyiz?”

Evet, binlerce yıldır hapisteyiz.

Yolumuzu aydınlattır direnenlerin ışığı…

Hapishanelerin yıkılacağı bir dünya özlemiyle yürüyoruz.