2015 yılı Türkiye’de belleklere kanlı bir yıl olarak geçti. Türkiye’nin en güvenlikli kenti Ankara’da “Emek, Barış ve Demokrasi Mitingi”ne yapılan bu terörist saldırıyla Diyarbakır-Suruç-Ankara üçgenin son halkası da tamamlandı.

Aslında bunun ilk ibareleri 28 Şubat günü “Dolmabahçe Mutabakatı”nın hemen ardında başladı. Bu görüşme ile ortaya çıkan sıcak hava daha saatler geçmeden yerini kasvetli bir havaya terk etti. Bu da iktidar ile Kürt muhalefeti arasındaki gerginleşmenin ilk sinyalleriydi.

7 Haziran 2015 seçimleri yaklaştıkça bu gerginlik hat saflara tırmandırıldı.

Halkların Demokratik Partisi (HDP)’nin seçimlere bağımsız katılması ve kısa bir süre içinde yükselen grafiği onu iktidarın ya da iktidar yandaşı kesimlerin birinci derece hedefi haline getirdi.

Seçim süreci boyunca neredeyse HDP’nin saldırıya uğramayan tek bir ofisi kalmadı. HDP’ye karşı yapılan tehditlerin yanı sıra, bu saldırılardan destek alan kimi güçler durumdan vazife çıkararak, HDP’ye karşı tedhiş hareketlerine giriştiler. Seçimlere rama kala Diyarbakır’da HDP’nin miting alanında yapılan bombalı terör saldırısı bunun son büyük halkasını oluşturdu.

HDP’nin seçim barajını yıkıp meclise güçlü bir şekilde girmesi, siyasi iktidarın hoşnutsuzluğunu daha da arttırdı. Bu durumdan vazife çıkaran kimi güçler Suruç’taki terörist saldırıyla bu dalganın ikinci büyük ayağını da oluşturmuş oluyordu.

Suruç’taki terörist saldırı hükümeti yeni bir sorumluluğa davet etmesi gerekirken, Hükümet bunu sudan bahanelerle PKK’nin Kandil’deki güçlerine karşı bir operasyon alanına dönüştürdü.

Kürdistan’daki birçok il, ilçe ve köy tam bir viraneye çevrildi. Onlarca kişi yaşamını yitirdi, yaralandı, gözaltına alındı, tutuklandı. Özet olarak bombalanmayan alan kalmadı.

Bütün bunlar “Çözüm Süreci” diyen bir iktidar tarafından yapıldı, hem de acımasızca.

ÜÇGENİN SON HALKASI ANKARA

Diyarbakır-Suruç-Ankara üçgeninde gerçekleştirilen bu terör saldırıları birbirine oldukça yakın bir yan oluşturmaktadırlar.

Özellikle Diyarbakır ve Ankara’daki bombalı terörist saldırılar, seçim öncesinde kitleler üzerinde yaratılmak istenilen bir yıldırma politikası niteliğindedir.

Bu her üç saldırının dip kodları okunduğunda tedhiş hareketinin toplumun tüm kesimine taşınması olduğu görülür. Bu nedenle de her üç saldırıda, HDP’nin arkasındaki toplumsal desteğin kesilmesine dönüktür.

Diyarbakır’daki saldırı seçim arifesinde olduğu için doğrudan seçmen üzerinde yaratılan bir efektir. Bu saldırıyla doğruda seçmen kararının değiştirilmesi arzulanmaktaydı.

Suruç ve Ankara’daki saldırılarda da seçmen kararının değiştirilmesine dönük olduğu söz konusu, ancak bunlardan farklı bir yaklaşımın da bulduğunu ve başka bir hedefin olduğunu da söyleyebiliriz.

Suruç ve Ankara’daki terör saldırıları Türkiye’nin değişik yörelerinden gelenlere yönelik bir saldırıdır. Ve bu iki saldırının da dozu oldukça yüksek tutularak, açık bir şekilde gözdağı verilmeye çalışılmakta.

Suruç saldırısı Türkiye’nin değişik illerinde gelen gençlerin Rojava halkına olan desteklerinin bertaraf edilmesiydi. Ankara saldırısı da buna paralellik göstermektedir. Zira Türkiye’nin birçok ilinden gelen ve yalnız Kürtlerden ibaret olmayan farklı demokratik güçlerin susturulmasına dönüktür.

Açıkçası hem Suruç’ta hem de Ankara’da verilmek istenen mesaj şudur:
“Eğer siz Kürtlere sırt çıkar ve desteklerseniz bizim daha büyük şiddetimize maruz kalırsınız” denilmektedir.

Suruç ve Ankara’daki mesaj kanımca bu konuda örtüşmektedir.

Ancak, dolaylı yollardan da olsa, bugün Türkiye’deki iktidarın da zaman zaman yaratmak istediği aynı görüntü eksenindedir.

Her ne kadar eylemin azmettiricisi Hükümet olmasa bile, son dönemlerde Kürdistan’daki tavırları ve HDP üzerinde yürütmek istedikleri politikaları, onları bu saldırıları gerçekleştirenlerle aynı kulvara taşımıştır.

Türkiye’deki bu akıl tutulması eğer bir an önce son bulmaz ise, Türkiye hızlı bir şekilde Ortadoğu batağın da kendini bulacak ve Suriyelileşmeye dönüşen bir Türkiye’ye doğru yol alacaktır.

ÇATIŞMASIZLIK HER ŞEKİLDE DEVAM ETMELİ

Suruç’ta iki polisin öldürülmesiyle, topyekun bir savaş konsepti başlatanlara karşı, onların eline yeni bahaneler verilmemesi gerekir. Bu nedenle de PKK’nin Ankara’daki terör saldırısının hemen ardından tek taraflı da olsa çatışmasızlık kararı vermesi son derece önemlidir.

Kürt sorununu “barışçıl çözüm” içinde götürmek isteyen bir iktidar, maalesef devletin güvenlikçi politikalarına yenik düştü. Geçmişte olduğu gibi, bugün de güvenlikçi politikalardan yararlanmak isteyen mevcut iktidar çatışmalı ortamdan medet umabilir.

Suruç sonrası ortaya çıkan çatışma ortamı, Suruç’un gerçek faillerini veya azmettiricilerini ne yazık ki örttü. İktidarın dağ taş demeden bomba yağdırması failleri de resmen gizledi.

Ankara’daki bu durumun da benzer bir akıbetle sonlanmaması için PKK’nin tek taraflı da olsa gerçekleştireceği çatışmasızlık ortamı faillerin ortaya çıkarılmasında rol üstlenebilir.

PKK Suruç’ta resmen devlet içindeki derin güçlerin tuzağına düştü. Ancak Ankara’daki terör saldırısının hemen ardında yaptığı çatışmasızlık kararı bir önceki zafiyetin giderildiğini de göstermektedir. Çok iyi bilinmeli ki, bu aşamadan sonra Kürt hareketine kazandıracak olan çatışma değil, tam tersine çatışmasızlık halidir.