“Alevilerin toplanma yeri…”

Türk Dil Kurumunun (TDK) internet sitesinde yer alan cemevi tanımı böyle.

“Müslümanların ibadet etmek için toplandıkları yer...”

Bu da TDK’nın internet sitesinde yer alan caminin tanımı.

Alevilik meselesi bu ve bunun gibi devletin “uygun” gördüğü tanımlamalara hapsedilemez elbette. Devlet bir inancın şeklini, rengini, ritüellerini, yerini ve saatini belirleyecek unsur değildir.

Alevilere göre cemevi bir ibadethanedir ve bu tanımlamayı ancak kendileri yapabilir.

Bize ve devlete düşen ise bunu tanımaktır.

Yukarıdaki iki farklı tanımlama devletin bu meseleye nasıl ayrıştırıcı bir biçimde yaklaştığını göstermekte.

“Ayrımcılığa karşı eşit yurttaşlık” üst başlığı ile zorunlu din derslerinin kaldırılması, diyanetin lağvedilmesi, cemevlerinin yasal statüye kavuşması, asimilasyon politikalarından vazgeçilmesi ve alevi köylerine cami yapılmaması, gerici yükselişinin durdurulması gibi bir takım alt başlıklar Alevi yurttaşların hakları, talepleridir.

Bu taleplere son yıllarda bir yenisi daha eklendi!

Ve son örnek ise önceki gün yaşandı.

Kimin cenazesinin nereden ne şekilde kaldırılacağına kim karar verebilir?

Bu, meselenin belirleyicisi kişinin aidiyet hissettiği inanç yapısının ritüelleridir.

Alevi askerin, polisin cenazesinin cemevinden değil de camiden kaldırılması, bunun bir dayatma haline getirilmesi ayrımcılığın da ötesinde bir hale dönüşüyor.

Birlikte yaşama arzusunu ve isteğini yok ediyor.

Kenan Ceylan, Barış Aybek, Özkan Ateşli…

Bu isimler sadece ilk aklıma gelenler.

Alevi oldukları halde ve ailelerin cenazeleri cemevinden kaldırma isteğinde bulundukları halde Sünni İslamcılığın dayatması sonucu cenazeleri camiden kalkmak zorunda kaldı.

Alevi Bektaşi Federasyonu’nun bu konuyla ilgili yaptığı birçok başvuru mevcut.

Alevi dernekleri yıllardır Genelkurmay’a “Alevi şehitlerimizin cenazesini cemevinden kaldırmak istiyoruz” diye başvuruyor.

Aldıkları yanıt ise “Bu bir devlet sorunu. Devlet resmi olarak kabul etmeli ki biz de resmi töreni cemevinde yapalım” oluyor.

Devlet bunun bir sorun olduğunu zaten kabul etmiş ancak çözüme yönelik bir adım atmıyor.

“Alevi doğuyoruz, Sünni ölüyoruz”

Aleviler cenaze törenlerinin cemevinde değil de camide yapılmasını sünnileştirme yani asimilasyon çabaları olarak değerlendiriyor.

Bu tür uygulamaları kendi inançlarına karşı yapılmış hoşgörüsüzlük ve saygısızlık olarak kabul ediyorlar.

Doğal olarak bu talep ve istek “Alevi doğuyoruz, Sünni ölüyoruz” şeklinde tepkilere neden oluyor.

Devletin bu denli ayrıştırıcı yaklaşımı toplumsal olarak ta tehlikeli bir algıya dönüşüyor.

Bu algı kimi zaman Madımak’ı ateşe veriyor, kimi zaman Maraş’ta ortaya çıkabiliyor.

Devletin bu korkusunun sebebi esasen Alevilerin laikliğin yanında mevzilenmiş olmasından kaynaklanıyor.

Tersine ise İslamcılığın kitlesel desteğinin ve kadrolarının önemli bir kısmını tarikatlardan devşirdiğini biliyoruz.

Eşit yurttaşlık ilkesinin hayata geçirilmesi, ötekileştirme ve ayrımcılığı topyekûn reddeden bir bilincin geliştirilmesi ve toplumsal yaşamın her alanının bu bilinç doğrultusunda yeniden yapılandırılması ile mümkün. 

Alevilere yönelik demokratik açılım söylemi söz konusu girişimlerin tanım tartışmalarına boğulmaksızın ve talepleri pazarlık konusu yapmaksızın Alevilerin gerçek ve son derece yakıcı sorunlarına odaklanılması gerekiyor.

Aleviler, yüzyıllar boyunca inançlarla ve halklarla bir arada yaşamış, kimseyi incitmemiş ama hep incitilmiş bir toplum oldu.

Belki de tarihsel olarak Alevilere biçilen rol buydu.

İnsanı, sevgiyi ve aşkı yaşatmak…

Çeşitli yöntemlerle itirazlarını dillendirdiler.

Geri bildirimi ise Sünni İslamcılığın dayatmasından başka bir şey olmadı.