2300 yıl önce tarihte aksiyomatik yöntemi kullanan ilk matematik kitabı olan Öğeler’i yazan İskenderiyeli büyük bilim insanı Öklid’e zamanın kralı sorar: “Geometriyi öğrenmenin 13 cilt Öğeler’i okumaktan daha kısa ve hızlı bir yolu yok mudur?”
 
Öklid de, sarayın başındakine şöyle haddini bildirir: “Geometriye giden bir kral yolu yoktur.”
 
Üstelik de haddini bildirdiği kral, İskenderiye’nin bilim merkezi olmasında büyük katkısı olan ve Öklid’in çalışmalarına maddi destek sağlayan, en azından bilimin önemini kavramış bir egemendir. Fakat, Öklid, bırakın dalkavukluk etmeyi, doğası hakkında bilgi sahibi olmadığı bir konu hakkında sırf kral olduğu için ayrıcalık talep eden hükümdara sınırlarını veciz bir biçimde hatırlatır.         
 
“Geometriye giden bir kral yolu yoktur.” Evet, akademi ile sarayın yan yana gelebileceğini düşünen dalkavuklar için bu meselden çıkarılacak çok ders var: Birincisi, kral da olsan, sultan da, padişah da   olsan, cumhurbaşkanı da, aristokrat da olsan burjuva da, bilimin, felsefenin, matematiğin, sanatın hakikatlerine ulaşmak istiyorsan, bir ayrıcalığın olmayacak.
 
Bütün kimliklerinden sıyrılıp, elini çamura sokacaksın, yoğun bir emek harcayacak ve öğrenmek istediklerinle hemhâl olacaksın. Oraya fakir ve mütevazı bir öğrenci olarak, sorgulayan açık görüşlü bir zihinle gireceksin. İkincisi, ister kral, ister cumhurbaşkanı ol, doğası hakkında bilgi sahibi olmadığın ve hakikatlerine ermek için gereken emeği harcamadığın alanlar hakkında konuşmayacaksın.
 
İşte tam da bu yüzden, bilimle, sanatla, felsefeyle uğraşanların kurumları olan akademi ve üniversite  özerk olmalıdır. Cumhurbaşkanı da, kral da, hükümet de, asker de, kapitalist de, din insanı da bu kurumlara karışamaz, müdahale edemez, bu kurumlar üzerinde vesayet kurmaya kalkamaz.
 
Bu nedenle, 12 Eylül faşizminin ürünü olan YÖK denen kurum, varoluş itibarı ile üniversite ile uzlaşmaz, ve işte bu nedenle, büyük matematikçi Cahit Arf,  önünde herkesin el pençe divan durduğu YÖK’ün kurucusu Doğramacı'ya, "Sizinle görüşmek istemiyorum. Çünkü üniversiteyi batırdınız" demiş ve uzattığı eli sıkmamıştır.
 
SARAYDA AKADEMİK AÇILIŞ OLMAZ
 
12 Eylül faşist cuntasının mirasçısı olan YÖK’ten bunu anlamasını beklemesek de, hakikati yüksek sesle dile getirmek zorundayız. Sarayda akademik açılış üniversite düşüncesinin ayaklar altına alınmasıdır. Saray ile akademi yan yana gelemez. Dünyanın hiçbir demokratik ülkesinde sarayda akademik açılış olmaz. Değil Erdoğan gibi tarafgir, fiili olarak bir siyasi partinin başkanı gibi davranan ve ülkenin büyük bir çoğunluğu tarafından anayasayı ihlal ettiği düşünülen biri, dünyanın en demokrat kişisi bile cumhurbaşkanı olsa, cumhurbaşkanlığı sarayında akademik açılış üniversite felsefesine aykırıdır. Böyle bir açılış olsa olsa otoriter rejimlerde olur.
 
Nitekim, bütün dünya bu açılışı üniversitenin saray vesayetine girmesi olarak okumaktadır. Görüntüler de bir akademik buluşmadan çok, otoriter rejimlere özgü bir parti devlet organizasyonunu hatırlatıyor. Açılışa mecburen katılmak zorunda kalan rektörler dışındaki yüzlerce akademisyenin nasıl seçildiği kamuoyuna açıklanmasa da, barış imzacısı akademisyenlerin düşünce ve ifade özgürlüğüne saldıran, onlara yönelik cadı avına ortak olan, dahası tamamen haksız bir biçimde 41 Eğitim-Senli veya barış imzacısı akademisyenin görevlerine son verilmesine yol açan “akademisyen”lerin bu açılışın baş misafirleri olduğuna şüphe yok. Zaten, akademi ile uzaktan yakından ilgisi olmayan Erdoğan’ın, akademisyenlerin iradesini hiçe sayarak üniversitedeki rektör seçimlerini eleştirdiği konuşmasının çılgınca alkışlanması da nasıl bir akademisyen profilinin çağrılmış olduğunu gösteriyor.
 
Bu açılışı, AKP ve Erdoğan’ın iktidara geldiklerinden beri yürüttükleri üniversiteyi zapturapt altına alma çabasının son perdesi olarak görmek mümkün. YÖK’ü kaldırma vaatleri ve YÖK eleştirilerini bile demokrat görünerek iktidara gelebilmek için kullanan AKP ve Erdoğan, YÖK’ü ele geçirme fırsatı doğar doğmaz YÖK’ün en ateşli savunucularına dönüştüler. YÖK’ü ve üniversiteleri ele geçirip kendi ideolojilerine göre yeniden yapılandırma provasını TÜBA ve TÜBİTAK üzerinde yaptılar. 2004 yılında, demokrat bir parti diye göklere çıkarılan AKP’nin, sırf TÜBİTAK’ı istediği gibi yapılandırabilmek için teamülleri nasıl çiğnediğini, hukuğu kendi isteği doğrultusunda nasıl sündürdüğünü ve bu amaçla 2004 yılında TÜBİTAK’ın başına vekaleten nasıl atama yaptığını hatırlayalım.
 
Sonra, istedikleri gibi şekillendirdikleri TÜBİTAK’ın 2011 yılında Türkiye’nin tek teorik fizik ve matematik araştırma enstitüsü olan Feza Gürsey Enstitüsü’nü nasıl kapattığını unutmayalım ve aynı yıl AKP hükümetince özerkliği elinden alınan Türkiye Bilimler Akademisi’nin (TÜBA) çökertildiğini ve 50 bilim insanının istifa ederek, “bütün dünya akademileri gibi, hükümetlerin politikalarından bağımsız olarak bilimsel liyakat, dürüstlük ve özgürlük ilkelerini gözeten bir kurum” olan Bilim Akademisi’ni kurduğunu belirtelim.
 
( Bu arada, dünyada da artık AKP’nin özerkliğini elinden aldığı TÜBA’nın değil, Bilim Akademisi’nin Türkiye’nin meşru bilim akademisi olarak kabul gördüğünü de söyleyelim.)
 
Bütün bunlar, AKP ve Erdoğan’ın akademik hayattan ve üniversite düşüncesinden ne kadar uzak olduklarını daha o zamandan gösteriyordu. Nitekim, bu yapılanlar ile Türkiye akademik hayatına ve bilimine onarılması güç zararlar verdiler. Bu akademi ile bağdaşmayan saray açılışı ve ardındaki zihniyet gösteriyor ki, ne yazık ki üniversitelere zarar vermeye devam edecekler. Biz de, onlara karşı akademik özgürlüğü ve üniversiteyi savunmaya devam edeceğiz. Sarayın da, hükümetin de, askerin de, kapitalistin de üniversite üzerinde vesayet kurmasına izin vermeyeceğiz.