Akademi ifade özgürlüğünü kısıtlamakta, gayrimeşruyu meşrulaştırmakta, yalan/yanlışı bilimsel olarak göstermekte, doğruyu söyleyenleri marjinalleştirmekte, önemliyi önemsiz, önemsizi önemli göstermekte, güçlülere söz vermekte ve güçsüzleri sessizleştirmekte iktidarlarla suç ortaklığı yapar. Suç ortaklığının boyutu ve yoğunluğu ülkeden ülkeye değişir; büyük ırksal/etnik sorunların yaşandığı ülkelerde ve baskıcı dönemlerde doğal olarak daha büyük ve fazladır. 1960’lardan önce ABD akademisi ve 1994 öncesi apartheid üniversitesi iyi bilinen örnekler.

 

Türkiye’de akademinin iktidarlarla ve devletle olan suç ortaklığı, özellikle konu Ermeni, Kürt ve Alevi meseleleri olunca, çok derinlere iniyor. Pasif anlamda hep yürürlükte olan, aktif olarak da gerektiğinde kullanılan çok güçlü bir bağ ve işbirliği… Bunu son birkaç yıldır çok açık bir şekilde bir kez daha görüyoruz. Özellikle Kürt sorunu çalışanlar veya çalışmak isteyenler devlet ve vakıf üniversitelerinde ciddi zorluklarla karşı karşıya kalıyor. İşten çıkarılan veya sözleşmesi sona erdirilen akademisyen sayısı az değil. Eskiden Kürt meselesi çalışan akademisyenler doğrudan bölücülükten yargılanıyor ve üniversiteden tasfiye ediliyordu. Bugün, daha nazik ve “objektif” nedenler ileri sürülüyor. Ya da çoğu zaman hiçbir neden söylenmeden –esnek emek sayesinde- sözleşmeler sona erdiriliyor. Nesrin Uçarlar (Yeditepe Üniv.), Özgür Sevgi Goral (Yıldız Üniv.) ve Zeynep Gönen (İzmir Ekonomi Üniv.) aklıma ilk gelenler. Akademiye çalıştıkları konular nedeniyle alınmayanları ise hiçbir zaman bilmiyoruz. Tabii bilimsel özgürlük sadece üniversitelerde kısıtlanmıyor. Üniversite dışında araştırmalarını yürüten, “taş atan çocuklar” üzerine çalışmaları olan Müge Tuzcuoğlu bugün cezaevinde. İlk duruşması 24 Eylül Pazartesi Diyarbakır’da.

 

GALATASARAY ÜNİVERSİTESİ VE SEBAHAT TUNCEL

Bugün (19 Eylül Çarşamba) Türkiye akademisinin utanç tarihine birkaç sayfa daha eklendi. Galatasaray Üniversitesi yönetiminin, bünyesinde gerçekleşecek bir konferansa BDP milletvekili Sebahat Tuncel’in konuşmacı olarak katılması halinde müsaade etmeyeceğini enformel yollardan bildirdiğini öğrendik. Bu şüphesiz Kürt meselesinin son bir yılda yeniden ve iyice şiddetlenmesi, AKP’nin neredeyse mutlaklaşan iktidarı ve yükselen milliyetçiliği ve Tuncel’e verilen son mahkûmiyet kararıyla ilgili. Türkiye’nin köklü eğitim kurumlarından Galatasaray bile üniversitenin evrensel değerlerinin en başında olan ifade özgürlüğünü kısıtlamakta sakınca görmüyor. İfade özgürlüğünü kısıtlamanın bedelsiz, ifade özgürlüğünün ise bedelli olduğu eski bir oyunu kurallarına göre oynuyor.

 

ANKARA ÜNİVERSİTESİ VE TAYYİP ERDOĞAN

19 Eylül’de üniversite ve ifade özgürlüğüyle ilgili bir başka haber daha aldık: Ankara Üniversitesi akademik yıl açılış konuşmasını Başbakan Tayyip Erdoğan yapacak. Üniversitenin daveti ve Başbakan’ın kabulü üzerine gerçekleşecek bu olay genel olarak ifade özgürlüğüne ve özel olarak akademik özgürlüğe indirilen yeni bir darbedir. Başbakan Erdoğan, sözgelişi, devlet törenlerinde kendisine kimsenin selam dahi vermediği 2003 yılında, ya da darbe planlarının yapıldığı o yıllarda, ya da her türlü açılımın vatana ihanetle bir tutulduğu, gün aşırı Anıtkabir’e yüründüğü zamanlarda üniversiteye davet edilseydi bu belki ilkeli ve üniversiter (kelimenin en yüce ve en naif anlamıyla) bir tutum olurdu. Bugünkü anlamı ise çok farklı, çünkü bugün Başbakan neredeyse mutlak bir iktidar.

 

MUTLAK İKTİDARLARA, VERİLEN HER SÖZ, İFADE ÖZGÜRLÜĞÜNÜ KISITLAR

Muktedirin konuşma sahasını sınırsız bir şekilde genişletmek, ifade özgürlüğünü kısıtlamanın çok etkili bir yöntemidir. Her ortamda ve her konuda görüşlerini ifade eden, karşısındaki görüşleri de çeşitli araçlarla baskı altına alan Başbakan’a bir söz de üniversite kürsüsünde vermek bu anlamda ifade özgürlüğüne aykırıdır. Kendisine özgürce soru sorulamayacağı bir ortamda söz hakkı vermek özellikle böyledir. İktidarlara, özellikle de mutlak iktidarlara, verilen her söz, her kürsü, ifade özgürlüğünü kısıtlar. Çünkü karşısında karşıt görüşten bir ifade yoktur. Mutlak iktidar kendi görüşlerini mutlak doğrularmışçasına ifade eder. Bunun karşısında alternatif görüşler güçsüzleşir, siner ve oto-sansüre başlar. Farklı güç odakları da başbakanın konuşmalarına ve tavırlarına göre sansür uygulamaya koyulur. İktidarın söz söyleme alanı sınırsız bir şekilde genişlerken, muhaliflerinki daraldıkça daralır. İktidarın kimde olduğunun açık bir şekilde her ortamda gösterilmesi ve diğer herkesin iktidarsız olduğunun hissettirilmesi, potansiyel düşüncelere ket vurur ve düşünce özgürlüğünü daha düşünce doğmadan engeller.

 

HAKİKATİ SÖYLEYENİ MARJİNALLEŞTİR, ALTERNATİF OLANI SUSTUR

Övmenin yasak olduğu şeyi eleştirmek, eleştirmenin yasak veya tehlikeli olduğu kimseyi övmek, eleştirilmesi giderek imkânsızlaşana söz vermek, eleştirmeyi göze alanı tasfiye etmek, hakikati söyleyeni marjinalleştirmek, alternatif olanı susturmak… Bütün bunlar gayri ahlakidir, düşünce ve ifade özgürlüklerine aykırıdır. Bugün üniversite işte bir kez daha bunları yapıyor. Suç ortaklığına devam ediyor. Bazen susturarak, bazen konuşturarak.