Erdoğan, Şangay Beşlisi çıkışı ile, popülist sağcı kimliğinin gereğini bir kez daha yerine getirdi. Dini ve kültürel muhafazakarlıkla harmanlanmış otoriter neoliberal zihniyete de bu yakışırdı ancak. Güvenlik ve enerjiden başka ortak bir değeri olmayan, demokratikleşme gibi bir derdi olmayan, hükümetlerarası bir birliği savunmak...

Eski MGK Genel Sekreteri Tuncer Kılınç ve Recep Tayyip Erdoğan, Kılınç'ın 2002'de epeyce ses getiren pozisyonunda buluştular. İşin garibi, Erdoğan'ın AB karşıtlığının ciddi bir ses dahi getirmemesiydi. Tek adamlık bu olsa gerek... AB'yi de, Şangay Beşlisi'ni de savunsan haklı olmak ve eleştiriden muaf olmak...

Erdoğan'ın aklayıcıları onun her çıkışında bir hikmet bulabilir, en otoriter söylemlerini bile “aslında amacı farklı” diyerek meşrulaştırabilir. Nitekim, onlara sorarsanız burada da asıl amaç AB'ye mesaj vermek olabilir... (Tabi, Suriye karşısında -Guardian yazarı J. Steele'in ifadesiyle- Reagan döneminde Nikaragua'daki Sandinistleri devirmek amacı ile ABD'nin silahlandırdığı Kontraların üstlendiği Honduras'a dönmüş bir ülkeyi Şangay Beşlisi’nin kabul etmesinin imkansızlığını konuşmaya bile gerek yok.)

AKP'NİN KAFASINDAKİ AB, ŞANGAY BEŞLİSİ GİBİ BİR AB

Erdoğan bu çıkışı ile bir gerçeği aşikar etti: AKP'nin kafasındaki AB, Şangay Beşlisi gibi bir AB idi. Yani onlar AB'yi de bir güvenlik ve enerji ortaklığı olarak anladılar. İstediler ki, çağdışı idam cezasını savunsunlar ama yine de AB'den vazgeçmesinler... Alevilerin kimliklerini tanımasınlar ama yine de AB'den vazgeçmesinler... Tek dil, tek din diye dayatsınlar, yine de AB'den vazgeçmesinler...

İşte bu noktada AB tartışmasına bir kez daha geri dönmek gerekiyor. Şu tespiti hatırlamakta yarar var. Türkiye'de AB karşıtlığının kitlesel damarını sosyolojik olarak milliyetçiler, faşistler ve İslamcılar oluşturmaktadır. AKP de, bu tabandan fazlası ile beslenen bir siyasi hareket olarak AB ile hep pragmatik bir ilişki kurdu. “Batının tekniğini alalım, kültürünü almayalım” formülasyonu, AKP tarafından AB'ye şöyle uyarlandı: “AB'nin neoliberalizmini, serbest piyasacılığını alalım, idam karşıtlığını, sendikal haklarını, azınlık haklarını, muhafazakarlığımıza halel getirecek yönlerini almayalım”.

MHP'Lİ İKTİDARIN KALDIRDIĞI İDAMI GERİ GETİRMEKTEN KİMLER SÖZ ETTİ

Oysa ki, bugün neoliberal teknokrat zihniyetle altı oyulan AB'nin insanlık için anlamlı olabilecek bir potansiyeli varsa, o da, tam da bu olmazsa olmaz ortak demokratik değerler vurgusuydu. AKP zihniyetinin bu değerlerden hiçbir şey anlamadığının en önemli kanıtı, geçtiğimiz günlerde alevlenen idam tartışmasıydı. Kimse bunu yapay bir tartışma diye niteleyerek kendini kandırmasın. Öncelikle, bu çağda, hiç utanmadan, üstelik zamanında MHP'li iktidarın kaldırdığı idam cezasını geri getirmekten kimler söz etti hatırlayalım. Recep Tayyip Erdoğan, Burhan Kuzu, Mustafa Akyol, BBP... Bir de bunların yanına ne idüğü belirsiz Türk Solu adlı dergiyi ekleyelim. Bu idam savunucularının hepsini ortaklaştıran kimlik gericiliktir. Burada gericilik ile kastettiğimiz, insanlığın binlerce yılda ulaştığı ortak insanlık değerlerini benimseyememektir. Nasıl ki bu çağda hala işkenceyi bir sorgu yöntemi olarak savunan, hala kadınlara ayrımcılığı meşru gören gerici ise, aynı şekilde hala idamı savunan da gericidir. Bu konuda ABD de, Çin de gericidir... AB'nin olmazsa olmaz kabul ettiği demokratik değerlerin gerisinde kalmıştır.

SAĞIN BÜYÜK KORKUSU

Esasında, bu bağlamda, tarihsel olarak sağ hep gerici olmuştur. Zaten adlarını da Fransız devrimi sırasında monarşiyi destekleyenlerden almışlardır. Köleliğin kaldırılmasına da, idamın kaldırılmasına da hep sağcılar direnmiştir. Bu nedenledir ki, ortak insanlık değerleri, insan hakları esas olarak hep sol ile özdeşlemiştir. “İnsanlık onuru işkenceyi yenecek” sloganını duyan herkesin aklına solun gelmesi, anlatmak istediğimizi özetlemektedir adeta. Sağın büyük korkusu bu ortak insanlık değerlerinin, insan haklarının ekonomiyi de kapsayacak şekilde derinleşmesidir. Gençlerine parasız eğitim sağlamayan bir devletin insan haklarını ihlal etmiş sayıldığı bir dünya düşünün, neoliberallerin tüylerini diken diken edecek bir dünya olacaktır o... Tam da bu yüzden sağ ontolojik olarak, AB'nin olmazsa olmaz demokratik değerler fikrine karşıdır. Hepsinin gönlünden geçen Şangay Beşlisi ya da Şangay Beşlisi gibi bir AB'dir... Tıpkı Erdoğan gibi...

İDAM STATÜKONUN SİMGESİDİR

Bu tartışmalarda hep idamın öne çıkması da adeta bir semptom. Bütün devrimlerde, halkın kaderini tayin etme iradesi gösterdiği zamanlarda, idam karşıtlığı da yükselmiştir. Camus, “Başkaldıran İnsan”da, Fransız devriminin başında halkın giyotinleri tekmelediğini, Rus devriminin başında kitlelerin idama karşı yürüdüğünü belirtir. İdam statükonun, zulmün, iktidarın simgesidir... Muhafazakarlığın, otoriterliğin egemen olduğu tüm dönemlerde de idam çığırtkanlığı artmıştır. Ne yazık ki, böyle bir dönemdeyiz... Fakat idam çığırtkanlarına, Sami Selçuk'un 2000 yılında İdea Politika dergisinde söylediklerini hatırlatalım: “Ölüm cezasının kaldırılıp kaldırılmaması bilimsel bir konudur. Dünyanın dönüp dönmediği halkoyuna sunulmaz.”