6-7 Eylül olayları Türkiye'de genel olarak pek önemsenmedi. 1955 yılında yaşananlar, ortalama bilinç sahibi yurttaşlar tarafından 'bir grup çapulcunun başıbozuk eylemi' olarak algılandı. 6-7 Eylül olaylarında yaşanan trajediye gerçekte ne ad konacağı ise vicdan sahibi ve tarih bilincine sahip kamuoyu tarafından belirlendi: İnsanlık suçu…

Son yıllarda 6 - 7 Eylül ile yüzleşme çabaları oldu. Bu yetersiz adımlar bile büyük tepkiyle karşılandı. Oysa yaşanan bu trajediyle yüzleşmeyince, toplumun vicdanındaki yük gittikçe ağırlaşarak kalmaya devam edecek.

6 - 7 Eylül önemli bir kırılma noktasıdır. 1955 yılında yaşanan olaylar, 1942 yılındaki Varlık Vergisi sonrası zaten pek de rahat olmayan gayrımüslüm halkın Türkiye'den uzaklaşmasına vesile olmuştur.

Atatürk'ün Selanik'teki evinin Rumlar tarafından bombalandığı dedikodusunun radyo ve bir gazete tarafından hızla yayılmasıyla başlar insanlık dışı saldırı olayları. Daha bu haber gazete(ler)de çıkmadan, bazı kentlerden özellikle organize edilerek İstanbul’a getirilen halk önceden galeyana getirilmiştir. Hızla genişleyen yağmalama işinin içinde daha sonra siyaset yapan bazı ünlü simaların da olduğu bazı kaynaklarda yazılıdır. Önceden azınlık evlerinin belirlenip, işaretlenerek tespit edildiği de biliniyor. Kolluk kuvvetleri olayları engellemeye çalışmaz, sadece seyreder...

RAKAMLARLA YAŞANAN GERÇEKLER…

6 - 7 Eylül 1955 günlerinde yaşanan olaylarda, hemen tamamına yakını Rum, Ermeni ve Yahudi yurttaşların gördüğü zararların rakamsal büyüklüğünü yazmak istiyorum. 1004 tane tahrip edilmiş ev, 4228 dükkan, 122 lokanta, 27 eczane, 2 sinema, 11 dispanser, 21 fabrika, 9 matbaa, 18 fırın, 73 kilise, 5 manastır, 8 ayazma, 52 okul, 5 okul derneği tahrip edilmiştir. Kayıpların o dönem araştırılması sonucu maddi zararın 1 milyar dolara ulaştığı belirlenmiştir. Bu rakamlar, o tarih için düşünülecek olur ise olayın vahametinin büyüklüğü ve dehşet verici boyutunu ortaya çıkarır.

Dönemin İstanbul nüfusu 1 milyon 200 bin civarında; yaklaşık 210 bin civarında azınlık diye tabir edilen bir toplum yaşamaktadır. Yani azınlık toplumunun yüzdesi, genel nüfusa oranla o zamanlar oldukça yüksek. Bu oranın düşürülmesi amacıyla planlar yapan dönemin derin devleti, Anadolu’dan bilinçli olarak getirilen ve azınlıkların yabancısı olan halk ile takviye yaparak yağmalamayı başlatmıştır. Yerel halk, İstanbul'un pek çok mahallesinde komşularını korumaya çalışsa da çoğunlukla pek fazla başarılı olunmamıştır. Birçok müslüman komşu, azınlıkların evlerini yağmalamaya gelen kalabalıkları ‘Burası Müslüman - Türk evi’ diye eline bayraklar alıp korumuştur.

Bu gibi yüzlerce örnek azınlık toplumunda bilinir ve anlatılır. Son yıllarda basında da yer aldı, kitaplara ve filmlere konu oldu.

ÖZNEL TARİHİM(İZ)DEN ÖRNEKLER…

6 - 7 Eylül 1955'te yaşanan yakınlarımla ilgili birkaç olayı da ben anlatacağım. Kuzguncuk civarında pastanesi olan bir tanıdığımız yeni dondurma yapma aletleri getirtiyor İtalya’dan. Dönem için büyük bir ticari atılımdır bu. Borcunu ödeyemediği bu aletler henüz 1 haftalıkken yağmalanıyor ve işyeri yıkılıyor. Bu yakınımız o gün başlayan felaketi bütün ağırlığıyla yaşıyor. En sonunda dayanamayıp Arjantin’e göç etmek, dilini bilmediği bir ülkeye gitmek durumunda kalıyor. Hala içine sindiremediği bu zorunlu göçün acısını, yıllar sonra İstanbul’a döndüğünde dudakları titreyerek, gözleri dolarak anlatmıştır bana.

Bir yahudi dostumuzun apartmanı ise bir Ermeni'nin evidir diyerek yağmalanır. Oysa o apartmanın sahibi olan Ermeni aile, olaylardan 1 hafta evvel satmıştır binayı. Arkadaşımın ninesi rahmetli oldu. O günü hiç unutmamış, olaylar sırasında evine atılan taşlardan birini ölene kadar hep saklamıştı...

Yine Kadıköy'de bir şarküteri sahibi yakınım var. Türkiye'nin en eski Bulgar asıllı şarküterisiydi. Kendilerinin yaşadıklarını söyle anlatır: “Evimizde yaşadığımız ilk yağmayı atlatıp, canımızı kurtardıktan sonra iş yerine geldik. O bizim içeri sokmakta çok zorlandığımız ağır dolapların hepsi sokakta ve yerlerdeydi. Yıllarca çalışıp aldığımız tüm sermayemiz ve aletlerimiz parçalanmıştı. Ama burası bizim memleketimiz ve evimizdi. Olayları unutup, toparlanmaya çalışıp, her şeye yeni baştan başladık. Bir süre, dışarıda süt satarak ailemizin ekmek paramızı kazanmaya çalıştık."

Daha sonra da mesleği sürdüren ve işlerini yeniden kuran bu aile, dönemin siyasilerinin bile uğradığı en gözde şarküteri olarak hayatını devam ettirdi. Hatta bir gün Hüsamettin Cindoruk’u görmüştüm. Dükkanda sahipleriyle sohbet ediyordu.

Kumaşçılık yapan abiyecilerin metrelerce kumaşının İstiklal Caddesi boyunca açılarak yırtılması görüntüleri ise herkesçe bilinir.

SİZ UNUTTUNUZ AMA BİZİM HEP AKLIMIZDA...

Yaşanan o kadar çok ve vahim olaylar var ki bunlarla alakalı benim yazdıklarım sanırım en hafifleri kalacaktır.

Son dönemde 6 - 7 Eylül olayları üstüne yapılan bir filme gittim. Kadıköy'deki sinemalar eskisi kadar büyük değiller. Gelenlerin yarısından fazlasını tanıyordum. Kadıköy civarında oturan Ermenilerdi seyredenlerin çoğunluğu. Sessizce izledik. Filmin sonunda, ışıklar yandığında yanımda oturan biri duygulandığımı görünce sordu: “Ya bunları yaşayanlar var mı? Olaylar gerçekten bu kadar kötü mü oldu?”. Biraz da çekinerek yanıtladım: “Sanırım bu kadarı perdeye yansıtılabilmiş. Benim bildiğim bunun çok daha fazlası oldu”...

Belki siz unuttunuz ama bu zalimliğin günümüzde tekrar olma ihtimali hep vardır biz azınlıkların aklında…

Tarihte yaşanmış bu utanç sayfalarıyla artık duyarlı kesimlerden başlayarak yüzleşiyoruz. İnsanca ve demokratik bir düzende yaşamak isteyen herkes bunu yapmak zorunda. Devlet, topluma karşı işlediği suçların hesabını bir gün vermek zorunda. Kurbanlardan ve mağdurlardan özür dilenerek başlanabilir.

Umuyorum ki 1955 yılının 6 - 7 Eylül'ünde yaşanan bu trajedi bir daha tekrarlanmaz.