Bu sene 24 Nisan epeyce hareketli geçti. Geçmişte bu konuya daha az ilgi gösteren çeşitli siyasi partiler, STK’lar ve gruplar Ermeni toplumumuz içindeki aktivist olan kişileri etkinliklerine davet ettiler. İstanbul ve Anadolu’nun bazı yerlerinde anmalar yapıldı. Etkinliklere katılan biri olarak ilk defa bu sene farklı girişimlerden çokça davet aldım. Bu konuda bir idrak oluştuğunu, görünürlüğümüzün arttığını, çabalarımızın bir anlamda karşılığını bulmaya başladığını düşünüyorum.

Yıllarca Ermeni toplumu içe dönük bir hayat yaşadı. Bu anlamda bizleri anlamak adına bilinmelidir ki, tüm toplumlar gibi biz de tek bir fikriyat taşımamaktayız. Fazlasıyla çekingen, ürkek ve hatta doğal olarak güçlünün yanında durarak varlığını koruma içgüdüsünü barındıran bir toplumuz.

Partiğimiz Mesrop Mutafyan rahatsızlandığı ve sonucunda ruhanilik görevini yapamadığı için bu görevi vekaleten Aram Ateşyan sürdürmekte.

Ermeni toplumunun 6.500 imzalı başvurusuna AKP hükümetinden bir cevap gelmediğinden yeni patrik seçimi de yapılamamakta.

Benim görüşüme göre, Sayın Aram Ateşyan'nın 24 Nisan taziyesi sonrası Başbakan’la görüşmesi sonucu yaptığı açıklamaların, kendisi ve başbakanla görüşen vakıf yöneticilerinin görüşlerinden fazlası olduğu algılanmamalı. Çünkü hiçbir ortamda Başbakanın açıklaması açık olarak tartışılmamıştır. Ruhanilerimizin dahi, tamamının görüşü olduğunu tahmin etmemekteyim.

Patrikhanemizin ruhani temsiliyeti dışında, siyasal bir görüş bildirmesi, toplumumuz adına çokça tartışılması gereken talihsiz bir durum bence.

Değerli Patrik vekilimizin konuşmasında “iki taraf adım atmalı” derken Ermenistan’ı ve diyasporayı diğer taraf olark kastetmesini de anlamlı bulmadım. Bizler Ermeniyiz ve doğduğumuz coğrafyada tarafız. Bu yaranın tedavisine bu coğrafya içinden başlanmalı. Taraf aranıyorsa, taraf biziz.

Diğer yandan unutmayalım ki, Ermeniler sadece, Hristiyan ortodoks mezhebinden oluşmamakta. Katolik Ermeniler de var, protestan da, hatta müslüman ve ateist de. Onların görüşleri de önemli. Lozan antlaşmasından kaynaklı bu sakıncalı durum ne yazık ki sürdürülmeye çalışılmakta. Ermenilerin tek bir temsilcisi var gibi algılanmakta.

***

Bence Başbakan’ın bu çıkışı beklenmedik bir şey değildi. Ermeni soykırımının 100. yılı öncesi dış politika açısından ortamın yumuşamasını sağlamayı amaçlıyordu.

2007 yılında Ermeni soykırımını kabul edip özür dileyen bir gurup insana “diyasporanın dilini kullanıyorsunuz” diyenler yine aynı hükümetin sözcüleri arasındaydı.

Ne yazık ki Hrant Dink, Sevag Balıkçı cinayetlerini soykırımın bir parçası, devamı olarak gören Ermeni toplumunun bu hassasiyetine derman olacak adli bir yargılama da yapılamadı, yıllardır sonuca ulaşılamadı.

AB kriterlerinin gereği olan, Vakıf mallarının iadesinde yüzde 5’lere dahi ulaşılamadı. Bu hakkı lütuf sunar gibi dillendiren anlayışı da hepimizin görmesi gerekiyor.

Daha 1 ay önce Suriye Kesab'da son yaşanan Ermeni sürgününe sebebiyet veren anlayışın nereden destek aldığı da benim gibi birçok Ermeni bireyin hafızalarında yer almakta.

Bunlar yapılan açıklamalara güvensizliğimize sebebiyet vermekte.

Başbakanın taziye mesajı akabinde, dış işlerinden gelen ‘biz el uzattık’ demeci yankılandı. Bu coğrafyanın tüm halklarının acısını paylaşıyoruz demek, sadece bu konunun içsel idrakından öte bir anlam ifade etmez. Tabii bu da, 99 yıl sonra gelince önemli, fakat adım veya el uzatma görüşü işin politik manevra olabileceği tezini arttırmakta.

2015'e 1 kala soykırımın inkarı için yurtdışında ve içerde devlet desteği ile inkar çalışmalarının devam ettiğini hepimiz ne yazık ki görüyoruz. Bunların yerini çözüm üretici çalışmaların alacağını ummayı bu havada ne yazık ki Polyannacılık olarak algılıyorum.

24 Nisan anmasının en önemli yeri olan Taksim’de, bu sene anma için istenen yere izin verilmemesi de düşündürücü. Ben bunu ülkemizdeki siyasi bunalımlı halin yansıması olarak görmekteyim. Ne yazık ki siyasal iç pozisyonlara göre değişken bir hava sürmekte.

Soykırım anması için Ermenistan’a ziyarette bulunan çeşitli parti temsilcilerinin, STK'ların anlatımlarından Ermenistan halkının çözüm beklentisi içine girdiğini duyuyoruz. Umarız bu beklenti yerini, olası ters bir yaklaşımla hayal kırıklığına bırakmaz.

Başbakan’ın daha önce söylediği “Ne Ermeniliğimiz kaldı ne Yahudiliğimiz”, “affedersiniz Rum” tarzı yaklaşımının belleklerden çıkması için daha çok şey yapılmalı.

Siyasal yapılar başta olmak üzere STK’ların geçmişle yüzleşme çabalarına önem vermesi gerekiyor.

Toplumun bu ağır tarihsel yükünü kaldırmak için barış hamalı olacak kişilere çok ihtiyacı olacak.

Aksi taktirde konjonktürel siyasi manevralarla yapılanlar soykırıma uğrayan toplumla ve demokrasi beklentisi içindeki insanlarla alay etmenin ötesine geçemez.

Özet olarak 2015'e 1 kala Başbakan’ın taziye mesajının siyasi bir manevra olarak yapıldığını düşünmekteyim. Fakat yine de yaşananların idrak edilmesi için bir vesile oluşturduğundan kuşkusuz önemli. Barış için çaba harcanmasına bir ivme kazandırabilir, bu sayede toplum içinde bir etki oluşabilir.

100 yıl sonra artık bazı şeylerde çok büyük değişimler beklemekle beraber, bunların bu ülkede o kadar kolay olmadığını da biliyoruz.