Murat Tekin.

Ragıp Enes Katran.

Hava Harp Okulu öğrencileri.

Ortamdan ve olacaklardan haberleri olmayan, pilot olmanın hayallerini kuran, gelecekten umutlu, aileleri tarafından sevilen, 20’li yaşların başında iki genç insan.

15 Temmuz gecesi üstleriyle sohbet ederken çalan alarm üzerine diğer öğrenciler gibi şaşkındır Murat Tekin ve Ragıp Enes Katran. Komutanları, “tatbikat var, hazırlanın” der. Hazırlanırlar. Giyinip kuşanılır. G3 silahlar ve yedek şarjörler alınır.

4 otobüse 400 Hava Harp Okulu öğrencileri bindirilerek yola çıkılır. İstanbul’a girişte önce alkışlarla karşılanan konvoy Orhan Gazi köprüsüne geldiklerinde bir kısmı mevzi alırken kalanlar otobüslerde bekletilir.

Hiç kimsenin olup bitenden haberi yoktur.

Önce alkışlarla karşılanan konvoya karşı protesto eden gruplar oluşmaya, mevzilenenlere doğru hareket etmeye başlamıştır. Askerler şaşkındır. Kalabalık gittikçe büyümektedir.

Komutanları, gelenler arasında canlı bomba olma ihtimalinden bahsederek ateş açmaları emrini verir. Şaşkın erler ve öğrencilerden bazıları emre uyar. Kaos başlamıştır. Komutan hariç hiç kimse ne yapacağını, ne olduğunu bilememektedir.

Otobüsler öfkeli gurup tarafından sarılmıştır. Araya giren bazı polisler otobüslerde bekleyen öğrencileri alarak olay yerinden uzaklaştırır. Otobüste birkaç öğrenci kalmıştır. Aşağıya inip ne olduğunu anlamaya çalışırlar. Öfkeli kalabalık inen öğrencileri araya alıp saldırmaya başlar. (1)

Murat Tekin ve Ragıp Enes Katran ne olduğunu anlayamadan öfkeli kalabalığın linç girişimine maruz kalır ve ne olduğunu bilmedikleri ortam içerisinde, pilot olma hayallerini köprünün üzerinde bırakarak feci şekilde yaşamlarına veda ederler.

Birçok askeri okul öğrencisi, er ve erbaş, bilmedikleri ortam içerisinde aynı sonu paylaşırlar. Ne için savaşa gittiklerini bilmeden savaşlarda ölen askerler gibidirler. Tatbikat diye götürüldükleri yerde öfkeli kalabalıklar içerisinde vahşice katledilirler.

Murat Tekin’in ailesi günlerce oğlunu arar. Ülke kaos ortamındadır ve hiçbir makamdan cevap alamazlar. Hastaneler, cezaevleri, karakollar, askeri birlikler ve diğer kurumlara başvurulur. Son kez Adli Tıp akıllara gelir. Önce baba ve dayı gider.

Kurumun morgunda bulunan cansız bedenler tanınmayacak haldedir.. Benzettikleri olur ama tanıyamazlar.

Murat sürekli baş parmağının tırnağını kemirdiği için yapılan ikazlarından birinde “ belki şehit olurum, oradan beni tanırsın” dediğini hatırlayan anne, abisine bunu anlatır. Baba ve dayı tırnağından teşhis eder Murat’ı.

Baba Sedat Tekin; “Önce fotoğrafı gösterdiler. Çocuğumu komple açtırdım. Tanınmayacak haldeydi. Tırnağındaki oyuktan tanıdım. Ayrıca yüzünde 3 ben vardı. Oradan çıkardım o olduğunu. Sonra saçları, ayakları tanıdık gelmeye başladı. Dayanılacak gibi değildi. Kesici aletlerle, sopalarla parça parça edilmiş çocuğum” diye anlatır o anları.

Oğullarının linç edilerek, paramparça edilerek öldürülmesi yetmezmiş gibi bu defa aileye de ceza verilir. Cenaze camiye kabul edilmez, selası okunmaz, defnedilirken imam gelmez. Öldürülenlere ve ailelerine ceza verilmeye devam edilir.

Ölenler, neden öldüğünü bilmediği ile kalır. Aile ölen evladının acısının üzerine, dini vecibeleri yerine getirememekle kalır. (2)

Asıl suçlular yakalandıktan sonra serbest bıraktırılır, aranır, bulunamaz!

Bir iktidar kavgası içerisinde, kendilerine rol verilmeden sahneye sürülen gençler ölür, öldürülür, yakalanır, işkencelerden geçer, suçlanır, vatan haini ilan edilir ama gerçek suçlular başkalarını suçlayarak kendilerini aklamaya çalışırlar.

Üzerinden 3 ay geçmesine rağmen içeriği, oluşumu, nedenleri halâ açıklanamayan, askeri darbeden ziyade isyan’ı andıran 15 Temmuz hareketinin sorumluları oldukları gerekçesiyle işten el çektirilen on binlerce Hakim, Savcı, öğretmen ve diğer çalışanlar yargılanmadan suçlu ilan edildiler.

Tıpkı, ne yaptıklarını bilmeyen Murat Tekin, Ragıp Enes Katran ve diğer katledilen insanlar gibi.

Suçun kişiselliği ve hukuk bir tarafa bırakılarak yapılan bu uygulamalarla en çok zarar görenler öldürülen, işten atılan ve işkenceler altında sorgulanarak cezaevlerine tıkılan insanlardan ziyade bunların aileleri oluyor.

Suçlanan kişilerin eş ve çocukları açlığa mahkûm ediliyor. Onlar da “vatan haini” olarak ilan edilen kişilerin aileleri olarak aynı muamelelere tabi tutuluyor. Ölen/öldürülenlerin dini vecibelerini yerine getirmeleri engelleniyor.

Onlarca televizyon, gazete ve yayın organı, yasal kararlar olmadan kapatılıyor. Cezaevinde bulunan gazeteci sayısı yüzü, işini kaybeden gazeteci sayısı bini geçti.

Belediyelere kayyum atamaları, işyerlerine el koymalar, işten çıkarmalar, tutuklamalar hız kesmeden devam ediyor. Her gün gelen “şehit” haberleri ölümden çok sayısal veri haline geldi.

Askeri güçler, ne oldukları belli olmayan ÖSO (Özgür Suriye Ordusu) ile birlikte Suriye topraklarına girdi. İlerlemeye devam ediyor. Irak Musul krizi ise büyüyerek devam ediyor.

İlan edilen OHAL (Olağanüstü Hal) durumu 3 ay daha uzatıldı. TBMM neredeyse çalışamaz halde. Bütün yasalar KHK (kanun Hükmünde Kararname) ile çıkarılıyor. Denetlenmesi veya Anayasaya uygunluğu tartışılmıyor.

Bunca sorunun yanına bir de “Başkanlık Sistemi” geldi. Anayasa değiştirilerek “Başkanlık Sistemi” getirilmeye çalışılıyor.

Gittiğimiz istikametteki yolun sonunda iyi şeylerin bizleri beklemediği çok açık.

Ve biz sadece seyrediyoruz…

___________________________________
1.http://www.abcgazetesi.com/darbeyi-protesto-edenler-2-hava-harp-okulu-ogrencisini-de-linc-etmis-24262h.htm

2.http://siyasihaber3.org/15-temmuzda-koprude-bogazi-kesilen-harp-okulu-ogrencisinin-ailesi-adalet-istiyor